Gideceğim şehri seçtikten sonra ayağa kalkıp bir önceki gün yere bıraktığım valizin yanına gittim. Neyseki rastgele valizin içine attığım kıyafetlerin arasında birde beysbol tarzı şapka koymuştum. Saçlarımı toplayıp şapkanın altında gizledim. Şapkanın önünüde yüzümü gizleyecek şekilde aşağıya çektim.
Saraydan çıkmadan önce başka bir odaya uğradım. Burası, Ankreror'un silah deposuydu. Her ihtimale karşı yanıma iki tane hançer aldım. Pantolonumun paçasını sıyırarak birini bacağıma bağladım. Diğerinide belime koyarak odadan çıktım. Bahçeye çıktığımda Obserno şehrini düşünerek geçidi açtım.
Şehrin hemen dışına çıkmıştım. Yol boyunca ilerlemeye başladım. Şehrin kasvetli bir havası vardı. Soğuğa aldırmayarak sokak boyunca yürümeye devam ettim. Cadde ve sokaklar boyunca konulan ışıklandırmalara rağmen, karanlıkta kalan şehrin, ruhuda karanlığa gömülmüş gibiydi. Sanki görünmez bir güç, tüm enerjiyi söküp almıştı. Yüzlerinde bir damla mutluluk kıpırtısı dahi olmayan Volenler, yanlarından geçtiğimde kafalarını şöyle bir kaldırıp bana bakıyor, sonra yeniden işlerine dönüyordu.
En azından şapka vazifesini görüyor ve beni meraklı bakışlardan saklıyordu. Şehrin içinde bir süre dolaştıktan sonra yanımdan koşarak giden bir erkek çocuğunu durdurup, başkanlık binasının yerini sordum.
Tarif ettiği yeri bulmak kolay olmuştu. Fakat sarayın merdivenlerini çıkarken, kapıyı koruyan askerler dikkatimi çekti. Ne Vynan şehrinde ne de Syle kasabasında başkanlık binasını koruyan asker hiç görmemiştim. Yinede geri dönmeyerek merdivenleri çıkıp kapıya ulaştım.
Askerlerden biri önümü kesti. "Nereye gittiğini sanıyorsun?"
"Başkanla görüşmek istiyorum," dedim. Başımı kaldırmadan konuşmuştum.
"Başkanla kim görüşmek istiyor?"
"Dünya'dan geliyorum. Başkanla konuşmam gereken çok önemli bir mesele var."
"Yüzünü göster yabancı." Sesi oldukça sert çıkmıştı. Yüzümü göstermek istemiyordum. Aksi takdirde kim olduğumu anlarlardı. Keşke o kolyeye hiç dokunmasaydım. Neden herkes imge şeklinde kraliçeleri görmüştü ki sanki?
Sesimi çıkartmadım. Asker için bu durum şüphe uyandırıcı olmalıydı elbette. Bu nedenle elini uzatarak şapkamı kafamdan çıkarmaya çalıştı. Bunun üzerine, askerin elini tutup, kolunu çevirdim. Arkasına geçerek, belimde sakladığım hançeri çıkartıp boynuna dayadım. Her şey bir anda olmuştu. Diğer askerler şaşkınlıklarını üzerinden atıp bize doğru koşmaya başladı.
Askerin kulağına fısıldadım. "Adamlarına geri çekilmelerini söyle."
"Buradan kurtulabileceğini mi sanıyorsun? Beni öldür istersen. Fakat senin yaşamana asla izin vermezler."
Gerçekten ölümden korkmadığını anlamıştım. Askeri kendime siper ederek geriye doğru yürüdüm. Diğer askerler, kendilerinden birini esir almamı pek umursamıyordu anlaşılan. Avuçlarında oluşan enerji toplarını görebiliyordum.
"Bak kimseye zarar vermek istemiyorum. Sadece başkanla görüşmem gerek. Kimliğimi gizli tutman koşuluyla kim olduğumu sana göstereceğim. Ben kraliçe Elya'yım. "
"Herkes dursun." Esir aldığım askerin bağırmasıyla bize doğru gelmeye devam eden askerler bir an kararsız kaldıktan sonra oldukları yerde durdular.
"Şimdi seni bırakıyorum," diyerek hançeri boynundan uzaklaştırıp ellerimi iki yana açtım. Asker önce parmaklarıyla boğazını yokladı. Sonra bana doğru dönüp başını eğerek şapkanın altından yüzüme baktı. Gözlerinde şaşkınlığı gördüğümde ister istemez dudaklarım bir gülümsemeyle kıvrıldı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Savaşçıları Serisi - &- 3 Hikaye Bir Arada😊
Ciencia FicciónZAMAN SAVAŞÇILARI SERİSİ PRENSES " Tek düşünebildiğim zamanın durmasıydı. Biliyordum burada zaman diye bir şey yoktu. Ama o an, o savaşçının hayatını kurtarmaktan başka bir şey düşünemiyordum." ⏳ O sıradan bir satürn kızıydı. Volen gezegeninde, yüz...