Westland, hem ticaretin hem de okyanus yolculuklarının merkezi olarak tanınan bir şehir olduğundan çeşitli noktalarında geniş ve işlek rıhtımlara ev sahipliği yapıyordu. Damien'ın bahsettiği 'Büyük Rıhtım' malikanemin okyanusa bakan tarafından görünen limandaydı. Yani oraya varmam on, bilemedin on beş dakika sürdü. Tersaneleri ve gemilerin demirlendiği alanı geçtikten sonra, kalın ve sağlam ahşaplarla kaplanmış olan Büyük Rıhtım’a ulaştım. Evden çıkarken üzerimi değiştirmekle zaman kaybetmemiş olmamın şu anda ne kadar rahatsız edici olduğunu hissedebiliyordum. Yağmurun etkisiyle iyice ıslanan saçlarım yanaklarıma ve boynuma yapışmıştı. Resmen ıslanmış kedi yavrusuna benziyordum. O sırada, yağmurun bu kadar yoğun ve etkili olabileceğini düşünememiştim. Şimdi ise donuyordum resmen. Açık olmak gerekirse, üşümüyor olsam bile bu şartlar altında kendimi pek iyi hissetmezdim. Gözlerim yağmurun etkisiyle bulanıklaşmış ve görüş açım daralmıştı. Üstelik geniş rıhtımın üstündeki kalın ahşap plakalar yağmurun etkisiyle kaygan bir hâl almıştı, bu da yürümeyi epey bir zorlaştırıyordu... Ve en kötüsü, neden buraya geldiğime kendim bile anlam veremiyordum. Belki de büyük bir hata yapıyordum? Belki de Damien burada bile değildi; ki bu burada olmasından çok daha iyi bir seçenekti. Gelmeme ihtimalimin yüksekliğine rağmen bu yağmurda beni beklemesi çılgınca olurdu. Ayrıca ona ne diyecektim? O kadar çok yalan söylemiştim ki...
Korkak olan tarafım Damien'ı görmeden önce buradan hızla uzaklaşmak istiyordu ama çoktan onu görmüştüm ve onu gördüğüm anda da bir daha geri dönemeyeceğimi biliyordum.Artık değil.
Damien ne fazla uzakta ne de fazla yakındaydı. Rıhtımın ucunda, okyanus ve yağmur kokusunun birbirine karıştığı o noktada duruyordu. Ahşap direklerden birine sırtını yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözlerini de yağmurun üzerinde milyonlarca minik dalga oluşturduğu okyanusa dikmişti. Başımın döndüğünü hissettim. Gerçekten de dediği gibi beni bekliyordu! Bileğimdeki damgayı saklayan o zarif, kristal bileziğe dokunurken gözlerimi beni bekleyen Damien'dan ayıramadım. Sonra da kalbimin sesini dinleyerek onun olduğu tarafa doğru yürüdüm ve yağmura rağmen burada durduğu için onu azarlamak istedim. Bunu yapamayacağımı biliyordum. En azından şu an. Hem utanıyordum hem de çok endişeliydim ama onunla konuşmam gerektiğini bilecek kadar da kendimdeydim.
Ama gözlerine bile bakamazken bunu nasıl yapacaktım?
Rıhtımın ucuna, ona doğru yürüdüm.
"Damien!"
Başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. "Vanessa."
"Bunu neden yapıyorsun?" diye yakındım. Damien yüzüme bakıyordu ama benimkiler rıhtımda, teknelerde ve okyanusun üzerinde geziniyordu. Tüm kan ve sıcaklık dudaklarıma ve yanaklarıma toplanmıştı. Birazcık cesaret bulduğumda "Gel benimle." dedim. Uzanıp gömleğinin üzerinden kolunu tutarak bir adım gerildim ve onu okyanusun olduğu taraftan çektim. "Yağmurun altında konuşmayalım. Yoksa ikimiz birden hasta olacağız."
Damien'a itiraz etme fırsatı vermeden onu rıhtımın diğer tarafında kalan küçük, şirin bir yemek mekanının yağmurluğunun altına çektim. O da bunu yapmama izin verdi. Dükkan kapalıydı. Burada ters çevrilmiş ahşap sandalyeler, masalara yerleştirilmiş büyük yapay bitkiler, kapıda asılı olan 'KAPALIYIZ' yazısı ve minderlerin üstünde uyuyan bir kedi haricinde pek bir şey yoktu. Tentenin altına geldiğimizde Damien'ın kolunu bırakarak durdum ve gözlerimi kapatıp cesaret verici, derin bir nefes aldıktan sonra Damien'a doğru geri döndüm. Yanağıma yapışan nemli telleri kulağımın arkasına çekerken Damien sadece bana bakıyor, hiçbir şey demiyordu. Sessizliği karşısında daha utandığımı hissederek iç geçirdim. Konuştuğumuz zaman ne kadar denesem de sesimin altındaki o azarlayan tonu bir türlü bastıramadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...