Sonra, her zaman olduğu gibi, her şey paramparça oldu... Damien'ın bileğimi tutan parmaklarını bir kere daha kıpırdattığında ve beni gıdıklamayı birden kestiğinde dondum kaldım çünkü tam da mührün olduğu yere dokunuyordu. Mühre dokunduğu için canım falan yanmıyordu ama Damien bunu fark ettiğinde tutuşunu hemen gevşetti. Çenesindeki kaslar gerginleşmiş; dudaklarındaki o keyifli kıvrım yok olmuş, yerini gergin bir çizgi almıştı. Damien’ın yüzündeki değişimi görmek ise içimde derin bir rahatsızlık uyandırdı.
Oysa biraz önce ne kadar da eğleniyorduk!
Panikle "Damien?" dediğimde sesim kırılgan bir fısıltı gibi etrafa yayıldı. Damien başını iki yana salladı ve doğrularak bileklerimi serbest bıraktı. Bu sefer şaşkınlıktan ürperdim. Parmaklarının sıcaklığı aniden yerini soğuk bir yalnızlığa bırakmıştı. Yatakta, bacaklarımın hemen yanına oturdu. Ben de onun gibi doğrulup dizimi karnıma doğru çekerek yatağın üzerine oturdum. Ne olduğunu çok iyi biliyor olmama rağmen "Sorun ne?" diye sorduğumda "Bu." diyerek bana doğru uzandı, kendimi geri çekmedim. O da dizimin üzerinde duran bileğime dokundu. Avuç içimi tavana doğru çevirdi ve işaret parmağının ucuyla atar damarımın üzerine derince işlenmiş olan mührün soluk, mavi bir ışık yayan izini takip etti. Kelebeği yeniden çiziyordu. Parmaklarının dokunduğu yerler, aktif hâlde olan çip yüzünden biraz daha yoğun bir ışık yayıyordu. Damien'a bakıyordum. Bakışları mührün üzerindeydi ve gözlerindeki o ifade garip bir şekilde huzursuz hissetmeme neden oluyordu.
"Bunu bir gün bileğinde taşıyacağını düşünmezdim."
"Ben de." dedim dürüst olmayı tercih ederek.
"Nasıl hissettiriyor?"
Bunu düşünmek için kendime bir an verdim.
"Garip." dedim, tereddütle.
"Evet..." derken kendi mührüne bakmak için avuç içini çevirdi. Garip ama bir dövüşçü olmasına rağmen çok güzel bir eli vardı. Parmakları uzun, kemikli ve orantılıydı. Bazı kısımlarda damarları belirgindi ve o damarların toplandığı yerde de Yeraltı Şehri'nin mührü vardı. "Zamanla alışıyorsun."
Kaşlarımı kaldırarak "Öyle mi?" dedim şaşkınlıkla.
"Bu işten uzak durmamı istediğini biliyorum ama sana bunu yapan herifin evine tek başına gideceğini bilerek duramam."
"Bunu başarabileceğimize inanıyor musun?"
"Ben sana inanıyorum."
Damien bakışlarını mühürden ayırıp bana çevirdi. Sırtımı yatağın ahşap başlığına yaslamış, ifademi kaplayan durgun bir merakla öylece ona bakıyordum. "Ne?" dedim şaşkın şaşkın...
"Kimsede görmediğim bir inanç var sen de. Bunun nasıl sonlanacağını bilemem ama asla doğru olmadığını düşündüğün bir şeyi yapmayacağını biliyorum."
Vay canına. Bunu söylemesi çok güzeldi. Özellikle de makineyi durdurup durduramayacağımdan bile tam olarak emin değilken. İçten bir şekilde gülümsedim ve gülümsemem düşündüğüm şey yüzünden bir an sonra solup giderken alt dudağımı ısırdım. Soracağım şeyi dile getirmeden önce bir an tereddüt ettim.
"Hiç böyle olmamasını diledin mi?"
"Nasıl?" dedi.
Bakışlarından neyi kast ettiğimi gerçekten anlamadığı belli oluyordu. Açıklanmaya çalışırken duygularımı yansıtmamaya çalıştım ama elbette ki başarısız oldum, sesim biraz pürüzlü çıktı.
"Yara izleri, cezalar, ölme ihtimaline rağmen Başkan Eugine'nin evine girmeler... Demek istediğim... Başkan Eugine seni bana hediye etmemiş olsaydı, muhtemelen bu kadar sorunun olmayacaktı. Gerçekten hiç pişmanlık hissetmiyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...