Zihnimi saran her bir düşünce, acı ve öfkeyi bir araya getiriyordu. Abraham'la konuşmak bile yeterince zorken bunu yapmamı sağlayan da o öfke ve acıydı zaten. İçimden bir ses, muhtemelen mantığımdı, 'Şu an onunla yüzleşecek bir hâlde değilsin. Önce sakinleşmen gerek. Ne dediğini bilemeyecek kadar öfkelisin.' dese de onu umursamadım. Bu yüzleşmenin zaten çoktan gerçekleşmesi gereken bir durum olduğunu düşünüyordum. Rahatsız olmama neden olacak kadar çok titreyen parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek derin bir nefes aldım. Tenime çarpan soğuk havaya rağmen alev alev yandığımı hissedebiliyordum. Kesik kesik konuştum.
"Sen nasıl... Neden... Ben..."
"Çok üzgünüm." dedi Abraham, bana doğru bir adım atarak, ellerini pişmanlıkla kaplı yüzünde gezdirdi. "Gerçekten çok üzgünüm, Vanessa. Böyle öğrenmeni istemezdim."
"Çünkü hiç öğrenmemi istemezdin!"
O kadar çok bağırmıştım ki sustuğum zaman boğazım acımıştı. Damien kısık sesle bir küfür homurdanarak usulca bana yaklaştı ama elini uzatıp yüzüme dokunmaya çalıştığında başımı yana çevirerek eline hafifçe vurdum. "Yapma." dedim yarı rica yarı emreden bir tavırla. Şu an bana dokunmasa iyi olacaktı. Gecikmiş bir hesabı soruyordum... Ya da sormuyordum. Abraham bana söyleyecek kadar önemsemiyorsa, ben de ona hesap soracak kadar önemsemeyecektim. Tek istediğim şey bir an önce bu lanet evden gitmekti. Bir hışımla döndüm ve resmen koşarak merdivenleri inmeye başladım. Uzun, siyah paltomu sanki bu dünyanın en zor işiymiş gibi yalpalanarak omuzlarıma geçirirken Abraham peşimden geldi. Gözlerinde bastırmak için hiç uğraşmadığı bir endişe vardı. Öylece gitmeme izin vereceğini düşünmüyordum zaten ama beni durdurabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Nazikçe sordu bana.
"Bunu konuşabilir miyiz, Vanessa?"
"Şimdi mi? Bunu konuşmak için yeterince vaktin vardı, Abraham. Hem de istemediğin kadar." dedim son cümleden resmen tiksinerek. Başımı usulca iki yana salladım. "Artık bunun için çok geç."
"Vanessa, babanın durumunu sen de biliyorsun. O, Başkan Eugine..."
Yine mi bu adam? Konu ne olursa olsun, bir şekilde o pisliğe çıkıyordu fakat Başkan Eugine o an umurumda olan son şey bile değildi.
"Onu nereye gömdün?" diye sordum pat diye, hiç düşünmeden. Neden önemliydi ben de bilmiyordum ama oraya gitmek istiyordum. Abraham bariz bir şekilde tereddüt ederek gözlerimin içine baktı. Ben de gözlerimi kaçırmadan ona baktım. Yüzündeki pişmanlık içimdeki öfkeyle birleşince, kalbimin derinliklerine saplanmış bir hançerden farksızdı. Daha inatçı bir sesle tekrar ettim. "Onu nereye gömdün, Abraham? Bana cevap ver. Bilmem gerek."
"Kimsesizler mezarlığına. Tepede, büyük ağacın altında."
İşte bu o akşam duyduğum her şeyden daha can yakıcıydı. Sanki bir şey diyecek bir hâldeymişim gibi dudaklarımı araladım ama bir türlü sesim çıkmadı. Kendi kendime 'Onu kimsesizler mezarlığına gömmüş!' diye düşündüm ve bu kelime fiziksel bir darbe yemişim gibi göğsüme keskin bir acının saplanmasına neden oldu. Bir adım geriledim, daha doğrusu, sendeledim. Abraham düşmemden korkarak beni tutacakmış gibi iki eliyle birden kollarıma uzandı ama bu kadar öfkeliyken ona izin verecek değildim. Kendimi geri çektim ve "Onu nasıl oraya gömmersin?" diye sordum, şaşkın ve bir o kadar da öfkeli bir sesle. "Babam kimsesiz değildi! O ailemizdendi! Sadece bir çocuk bile olsam ona bir insan gibi veda etmemi sağlamak zorundaydın!"
"Seni korumaya çalışıyordum."
"Neden? Acıdan mı? Zaten o gittiğinde hissettiğim tek şeydi bu ve şimdi... Şimdi..." Devam edecek gücüm kalmadığında nefesim kesildi. Birden sustum ve gözlerimi yerdeki halıya indirirken hızlı bir şekilde inip kalkan göğsüme kollarımı doladım. "Şimdi her şeyi sakladığın için yine aynı şeyi hissediyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...