Abraham’ın, Kratas’ın ve sarhoş Peter’ın olduğu eve geri döndüğümde beni nasıl bir durumun beklediğinden emin olamıyordum. Neyse ki içeri girdiğimde bir nebze rahatladım çünkü tahmin ettiğim kadar kötü bir manzara değildi. Peter salonun ortasında duran koltukta sızmıştı. Evet. Yine. Onun bu haline gülsem mi yoksa acısam mı bilemedim. Mutfaktan gelen kaynamış suyun tıslaması ve fincanın masaya bırakılış sesi Abraham’a ait olmalıydı. Kendine sakinleştirici bir çay yapıyordu herhalde. Kratas ise hiç konuşmadan büyük, koyu yeşil perdeyi biraz aralamış dışarıyı izliyordu. Yağmur damlaları pencerenin yüzeyinden aşağı doğru süzülüyor, buğulu camın arkasındaki şehri yavaşça görünmez bir hâle getiriyordu. Yine de Kratas’ın bunu fark ettiğini sanmıyordum. O an aklı çok uzaklardaydı.
Kim bilir neler geçiyordu aklından?
Bunu ona açıkça sorsam bile bir cevap alamayacağımı bildiğim için ‘merhaba’ bile demeden yatak odama geçtim. Üzerime temiz ve kuru kıyafetler geçirip saçlarımdan damlayan tüm o suyu küvetin içine sıktıktan sonra kendimi aynanın karşısında buldum. Yüzüme doğru eğildim ve neden bilmem, dikkatle kendime baktım. Islandığı için lüle lüle olmuş saçlarıma dokundum. Tenim soğuktan solgun ve neredeyse hasta gibi görünüyordu ve burnum da kızarmıştı; Belki üşümekten, belki de nemli havadan… Fakat gözlerim… O an aynadaki en canlı şeyin gözlerim olduğunu fark ettim. Parlak, derin ve hayat dolu bakışlarım yüzümdeki tüm diğer olumsuzlukları görmezden gelircesine ışıldıyordu. Daha düne kadar kendimi ne kadar yorgun hissettiğimi düşününce çok şaşırıyordum. Bu sadece Damien’ı gördüğüm için mi olmuştu? Üzerimdeki etkisi bu kadar fazla mıydı gerçekten? Gözlerimi kapattım ve tüm olanları bininci kere düşünürken hafif bir sesle iç çektim. Damien’ın her şeyi bir anda öğrenmesi hakkında ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Onun yanındayken dünya umurumda değilmiş gibi davranmak kolaydı ama böyle yalnızken... Bilemiyordum.
Artık hafif, parlak bir ışık yayan bileğimdeki çipe baktım. Belki biraz dikkatimi dağıtır, umuduyla Kratas’ın yanına döndüğümde her şeyden önce ona geçmiş için bir açıklama borçlu olduğumu biliyordum. Kollarımı kendime sardım, sanki bu hareketle içimdeki soğukluk biraz olsun azalacaktı. Kratas gibi camdan şehrin buğulu görüntüsüne bakarken konuşacak cesaretin içimde filizlenmesini bekledim. Konuşmak istiyordum, içimdeki kelimeleri dışarı çıkarmak için bir dürtü vardı, ama bir türlü başlamaya cesaret edemiyordum. Sonunda, kendimi daha fazla susturamadım.
“Özür dilerim, Kratas.”
“Damien haklıymış.” Dedi hafif bir gülümsemeyle, sanki içindeki yorgunluğu saklamaya çalışıyordu. “Gerçekten çok fazla özür diliyorsun." Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı, bakışlarında bir karışım vardı; merak, sabır ve belki biraz da hüzün. “Peki bu defa ne için özür diliyorsun?”
“Her şey için.”
“Her şey için mi?”
Sesi merakla birlikte şaşkınlığı da içeriyordu.
“Evet, her şey için. İşler tamamen sarpasardı ve sen de biliyorsun ki bunda benim payım gözardı edilemez. Sana karşı dürüst olacağım, Damien bana senin isyanın bir parçası olduğunu söylediğinde şaşırmaktan çok korktum. Bunun ne kadar büyük bir risk olduğunu biliyorsun, öyle değil mi? Eğer batırırsanız, ki bunun olma ihtimali oldukça yüksek... Bunun bedelini kocaman bir şehir ödeyecek. En kötüsü ne biliyor musun? Kazanırsanız da pek farklı bir son olmayacak. Sizi yıllarca sömürge altında tuttuktan sonra Yeraltı Şehri Westland halkına karşı asla merhamet göstermez. Bu yüzden size yardım edemem. İnsanların, kimsenin zarar görmesini istemiyorum. Ne Yeraltı Şehri halkının, ne de Westland halkının.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...