Beni uykumdan uyandıran şeyin tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama yataktan sıçrayarak kalktığımda paniğim öyle bir boyuttaydı ki kalbim deli gibi atıyordu. Siyah, dalgalı saçlarımı omzumun bir tarafında toplarken koyu gözlerimi önce duvardaki saatte -Saat öğlene geliyordu, odamın perdeleri kapalı olduğu için bunu fark etmemiştim- ardından da kapalı kapıya çevirdim. Ses alt kattan geliyordu. Bir şey mi kırılmıştı? Kulaklarımı cama vuran rüzgardan başka bir ses duymaları için öne eğerken en sonunda merakım daha ağır bastı ve gidip neler olduğunu kontrol etmeye karar verdim. Kapıyı açtığımda kış güneşinin ışığıyla aydınlanan geniş koridor gözlerimi aldı. Tabloların ve bibloların arkasındaki camdan karın kesildiğini ama yeryüzünün resmen beyaza boyandığını görebiliyordum. Başımı yana çevirdiğimde yatak odamın kapısına yapıştırılmış bir not dikkatimi çekti.
Merakla notu aldım ve okudum.
'Mutfak alışverişi için şehir merkezine gidiyorum. Hemen dönerim. Kahvaltın aşağıda hazır bir hâlde seni bekliyor. - Abraham'
İnce, zarif harflerle yazılmış bu not beni biraz olsun rahatlatmıştı ancak içimdeki huzursuzluk tam olarak geçmemişti. Yani o sesi yapan Abraham değil miydi? Merdivenlerin ahşap basamakları her adımımda hafifçe gıcırdarken aşağı inmeye başladım, bir yandan da yanıma kendimi savunmak için bir sopa alıp almamam gerektiğini düşündüm. Sonra bunun gülünç bir fikir olduğunu ve Sage dışında herhangi bir hırsızın evime bu saatte girmeyeceğini düşündüm. Geceliğimin kumaşını parmaklarımın arasında sertçe sıkarken oturma odasına geçtim ve anında tüm düşüncelerim dururken yerde oturmuş bir hâlde, sırtını balkon kapısının camına yaslamış olan Peter'a doğru koştum. "Peter! İyi misin?" diyerek büyük bir endişeyle omzuna dokunduğumda Peter hafif bir sesle gülerek başını iki yana salladı.
"Affedersin. Evini biraz dağıttım. Toparlarım şimdi."
Yerdeki kırık vazoya, su birikintisine ve Abraham'ın kış bahçesinden getirdiği o taze güllere bakındım. Vazoya çarpıp kırmış olmalıydı. Şaşkın bir hâlde Peter'a geri bakarken tam bunun sorun olmayacağını söyleyecektim ki birden garip koktuğunu fark ettim. Bu kokuyu daha önce hiç koklamamıştım ama ilginç bir şekilde neyin kokusu olduğunu biliyordum. Elimi hızla omzundan geri çekerken, hem kızgın hem de şaşkın bir şekilde, "Tanrı aşkına, Peter! Sarhoş musun sen?" diye sordum.
"Belki biraz." diye homurdandı, küçük huysuz bir çocuk gibi. Birden o eski Peter olmuştu sanki. Alnına dokundu. "Oof. Başım feci zonkluyor. Her yer dönüyor sanki."
"Kaç tane içtin?"
Peter iki elini de kaldırarak bana on parmağını gösterdi. Kaşlarımı daha da çatarak ona dik dik baktım. Bu durumdan hiç ama hiç hoşlanmamıştım. Özellikle de normalde ağzına bir damla bile sürmediğini bildiğim için. Sanki cevap orada bir yerlerde yazıyormuş gibi etrafıma bakındım. Ne yapmalıydım? Abraham'ın geri gelip de oğlunu bu hâlde görmesine izin veremezdim ki. Cidden çok endişelenirdi. Zaten onu yeterince endişelendiriyordum.
"Oof, Peter. Bazen tam bir bela oluyorsun." diye söylenerek kolunun altına uzanıp ağırlığının birazını üzerime aldım. O an üzerimde sadece askılı bir gecelik elbise vardı. Bileğimdeki damga gün kadar açıktı ama Peter o an bunu fark edemeyecek kadar sarhoştu. O yüzden sorun etmedim ve düşüp bir yerlerini çarpmasını istemediğim için onu çok dikkatli bir şekilde ayağa kaldırırken "Ne oldu da bu kadar içtin?" diye sordum. Bir yandan da dengesini yitirmesinden korktuğum için omzundan sarkan bileğini sıkıca tuttum. "Gerçi içtiğini bile sanmıyordum."
"İçmiyorum zaten. Alkolden nefret ediyorum."
"Ben de," diye mırıldandım. Peter öyle sarhoştu ki dümdüz zeminde bile dengesini yitirir gibi olup sendeledi. Ağırlığı altında ben de ister istemez yerdeki halıya takılıp sendelerken burnumun ucunu kıvırdım. "İğrenç kokuyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...