🔸10.BÖLÜM: YERALTI ŞEHRİ'NİN KADERİ

205 42 24
                                    

Olanları ve olması muhtemel olan şeyleri düşünürken bundan daha kötüsünü düşünemiyordum. Bir silah! Hem de Yeraltı Şehri'ni, orada yaşayan insanları haritadan silmek için! Peki, sonrasında ne olacaktı? Başkan Eugine duracak mıydı? Bu ona yetecek miydi? O adam hayatımda gördüğüm en kötü, en bencil, en kindar insandı ve ne olursa olsun durdurulması gerekiyordu. Bunu da ben yapmak zorundaydım. Zorundaydım çünkü adım kadar iyi biliyordum ki, o kahrolası makinenin kilidini benden başka kimse açamazdı. Hem düşününce, bu durumu benden başka kimse bilmiyordu ki zaten. Ne Abraham, ne Peter, ne de Damien. Hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum kendimi. Hiç olmadığım kadar ümitsiz, karamsar. Her şeyi batırmışım gibi geliyordu ve babamın aslında tam olarak böyle bir silah yapmak istediğini düşündükçe ona olan inancımı koruyamıyordum. Neden, diye soruyordum kendime ama bir cevabım yoktu. Kimsenin bir cevabı yoktu. Bana cevap verebilecek tek bir kişi vardı ve o da yıllar önce hayatımdan bir daha asla dönmemek üzere çıkmıştı.

İtiraf etmem gerekir ki, babamı düşünmek bana tarif edemeyeceğim kadar derin bir acı veriyordu. Bir gün Damien onun Yeraltı Şehri'ni yerle bir edebilecek bir silah yaptığını öğrenirse ne yapardım bilmiyordum. Ne garip. Sanki tek önemli olan onun ne düşüneceğiydi. Başka hiçbir şeyin bir önemi yoktu sanki. Ben, kendim bile.

Ve şimdi de sırf bu yüzden davetli listesinde olmamama rağmen kuzenimle birlikte Diana isimli o küçük cadının evine gidiyordum. Kendime işkence etmekten zevk aldığımdan değil... Sadece ona ihtiyacım vardı.

Yanımda yürüyen Elizabeth "Sen bu gece bir garipsin." diye lafa girdiğinde, ona cansız bir bakışla bakmak için başımı çevirdim. Tek yaptığım da bu oldu. Bir şey diyecek, yapacak bir hâlde değildim. Diana'nın gösterişli evinin bahçesine girmek için o dev, demir kapının açılmasını beklerken "Neden?" diye sorarak devam etti, Elizabeth. Hava öyle soğuktu ki dudaklarından çıkan buharı görebiliyordum.

"Bir sebebi yok." dedim.

"O hâlde suratın neden böyle?"

Kaşlarımı çatarak "Ne varmış suratımda?" diye sordum.

"İyi. Öyle olsun. O zaman ben tahmin edeyim. Ya Başkan Eugine yüzünden... Ya da Damien yüzünden."

Verebileceğim tek tepki belirgin bir şekilde duraksamak oldu. Sonra da gözlerimi kapattım. Gecenin soğuğu kıyafetlerimin altına kadar işlerken dişlerimi tüm gücümle sıktım. Ne sanıyordum ki? Elbette biliyordu. Birden her şey daha anlamlı geldi. Elizabeth'in neden beni Diana'nın evine davet ettiği de. Kuzenim kendine eğlenecek bir şeyler arıyordu anlaşılan.

İtiraz edebilirdim ama yapamadım.

"Bu konuda kimseyle konuşmak istemiyorum, Elizabeth." Onun Diana'nın arkadaşı olduğunu hatırlamama yetecek kadar uzun bir an sustum ve çok daha alçak bir tonlamayla ekledim. "Özellikle de seninle."

"Benimle mi? Neden? Sadece onunla arkadaşım diye mi? Ben sadece sohbet etmeye çalışıyordum."

Hayır. Sen sadece alay etmeye çalışıyordun.

Ama bunları dile getirmeye fırsat bulamadım çünkü Elizabeth bana kendimi bunun için hazırlama fırsatı bile vermeden Diana'nın ziline bastı. Diana'yı görme düşüncesi yüzünden tüm bedenim tiksintiyle gerilirken bundan kaçış olmadığını kendi kendime hatırlatmaya çalıştım. Bir noktada kendi kendimi ikna ettim de. Kaçıp gitmen isteyen tarafımı Damien'ı özleyen tarafımın arkasına saklarken sonunda kapı açıldı ve Diana'nın genç yüz hatları görüş alanıma girdi. Onu yeniden görmek berbat bir şeydi. Özellikle de ona gelen benken. Elizabeth'e sıkıca sarıldı ve geri çekilip onun biraz arkasında duran bana elini uzatırken dudaklarının üzerinde kibirli bir tebessüm beliriverdi. Beni gördüğü için memnun olmasa da sırf Damien burada olduğu için kendime yenilip ona gelmemden memnundu. Utanıyordum. Bunu o da biliyordu. Bir an, kısa bir an beni bu evden kovmak isteyeceğini düşündüm. Bunu yapsa ne yapardım bilmiyordum. Çekip gider miydim? Yoksa her şeye rağmen...

Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin