Ertesi günün ilk ışıkları perdelerin aralığından hafif bir kızıllıkla içeri süzülürken, hiç beklenmedik bir şekilde ve yarı sersem bir hâlde oturma odasındaki üçlü koltukta uyandım ve yalnız değildim... Şey, Damien'laydım. İkimiz de uyuyakalmıştık. Göğsüne yaslanmıştım ve burnum ve dudaklarım boynuna değerken bacağı hafifçe bacağıma değiyordu. Tahmin edebileceği gibi ona bir boa yılanı gibi sarılmıştım, hem de kıyafetinin altından! Elim karnının üzerindeydi. Parmaklarımın altındaki kasların -Yer yer eski anılardan kalma yara izleri vardı- Damien nefes alıp verdikçe inip kalktığını hissedebiliyordum ve bu ritmik hareket birden ağzımın kurumasına neden oldu. Derin bir nefes alarak başımı yavaşça kaldırdım ve Damien’ın yüzüne baktım. Hâlâ uyuyordu, yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Saçlarım yanaklarımdan sarkıp yanağına değdiğinde yüzünü hafifçe buruşturarak uykusunda rahatsız olmuş gibi başını diğer tarafa çevirdi. Tüm gece boyunca sohbet ettikten sonra hangi noktada böyle uyuyakaldığımızdan emin değildim. Fakat sabahın serinliğinde onunla birlikte uyanmak, bana garip bir enerji ve heyecan veriyordu. Başımı tekrar göğsüne yaslayarak bir an için gözlerimi kapattım. Kalbinin ritmik atışını dinlerken kendimi, zamanın tamamen durduğu bir dünyada hayal ettim; hiç kimsenin, hiçbir şeyin aramıza giremeyeceği bir dünya. Kendimi o ana o kadar kaptırmıştım ki, Damien’in elinin hafifçe saçlarımın arasında gezindiğini fark edemedim...
Şaşkınlıkla başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerini aralamış bana bakıyordu. Hafifçe gülümsedi ve parmaklarını yüzümün yanından kaydırıp çeneme doğru indirdi. "Güzel rüyalar gördün mü?" diye fısıldadı. Sesi hoş, uykulu bir tını taşıyordu.
"Evet. Ya sen? İyi uyudun mu?"
"Fena değildi."
Gülümseyecektim ama Abraham'ın panikle "Aman!" dediğini duyunca bu isteğimi gerçekleştiremedim. Kahretsin! Bu iyi değildi! Hızla Damien'ın yanından kalkarken geceliğimin askılarını ve etek kısmını düzelttim. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken Abraham şık kahya ceketinin yakalarını iki eliyle birden düzeltti, gereksiz bir hâmleydi çünkü zaten kıyafeti kusursuz bir şekilde ütülenmişti ama ben bunun onu gerginlikten yaptığını biliyordum. Önce bana ve Damien'a baktı, sonra da orta sehpanın üzerinde duran pastaya, içeceklere ve atıştırmalıklara...
"Uyuyakalmışız." diye açıkladım, Abraham sehpanın üzerindeki tabakları ve bardakları kusursuz bir dengeyle elinin içinde toplarken. Damien koltukta doğruldu ve parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Kış güneşi yüzünün sol tarafına vuruyor, tenine turuncu bir ton katıyordu. Odaklanmaya çalıştım. "Doğum günümü kutluyorduk."
"Evet. Anladım o kadarını. Seni sabah odanda bulamayınca endişelendim."
"Evden kaçtığımı mı düşündün?"
"Belki."
"Öyle bir düşüncem yok." dedim ne kadar ciddi olduğunu fark edince. İçimden sessizce ekledim; Yani, şimdilik. Ona henüz Damien'la birlikte yasa dışı bir şekilde başka bir ülkeye gitmek istediğimden bahsetmemiştim. Çok kızardı ama beni endişelendiren şey onu incitmekti. "Neden böyle düşündün ki?"
Abraham tüm tabakları mutfağa taşırken bana öyle anlamlı bir bakış attı ki ellerimi 'Ne oldu?' der gibi iki yana kaldırdım. Çok daha sonra, Peter, ben, Damien ve Abraham kahvaltı ederken bu bakışın nedenini anladım. Peter ve Damien her zamanki kadar sessizlerdi. Ben de tabağımdaki yöresel zeytinlerle oynuyordum. Bu zeytinlerin sadece doğuda yetiştiğini ve özel olarak getirtildiğini biliyordum. Lezzetlilerdi ama nedense hiç iştahım yoktu. Abraham'ın söyledi şey de bu konuda hiç yardımcı olmadı. Aksine, daha da iştahımı örttü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gladyatör: Cesur Ruhlar (3)
Teen Fiction"BU, KARANLIĞIN İÇİNDE YALNIZCA BİR IŞIK TANECİĞİYLE YOL ALMAK GİBİ." Vanessa, Yeniden Yeraltı Şehri'ne dönen Damien'ın yokluğuna alışmaya çalışırken ondan uzak durmayan bir parçasının olduğunu fark etmesi uzun sürmez. Kader ne olursa olsun ikisini...