Zübde-i Tin, benim için hızlandırmış bir hayat kesitiydi; kısa süre arkadaş edindiğim, kolayca âşık olduğum ve en önemlisi küçük bir an için kendimi en az diğer insanlar kadar normal hissettiğim... Utanarak söylüyorum ki burada tek aptallık bana aitti. Kolay kanmıştım altın tepside sunulan hayata ve o hayatta yer alan insanların her birini çok sevmiştim.
Çabuk bitti.
Karanlığın içinde koşuyorum. Adımlarım birbiri ardına sıralanırken yanımdan geçip giden gri gölgeleri yok sayıyorum. Korkutucu olduklarını düşünsem de aslında onlardan korkmuyorum. Tam olarak nereye varmak istediğimi de biliyor sayılmam. Elimi ileriye doğru uzatmış cılız ışığı yakalamaya çalışıyor gibi bir halim var. O an, nefes almadığımı fark ediyorum. Anlık bir duraksama yaşarken yol uzuyor, ışıklar titreşiyor ve sonunda her şey yok oluyor. Tam çığlık atmak üzereyken gri gölgeler boğazımı tıkıyor ve nefesim kesiliyor. Boğularak dizlerimin üzerine düşüyorum. Başımdaki ağrı şiddetleniyor ve doğruluyorum.
Olduğum yerde sıçradım ve gözlerimi açtım. Az önce beni yutan karanlık yerini çelimsiz bir ışığa bıraktı. Başımdaki zonklama gerçekti fakat uzayıp giden yol gerçek değildi. Kâbus görmüş olmalıydım. Zar zor doğrularak başımı ellerimin arasına alıp sıkıştırdım. "Ah..." Sızlanarak gözlerimi birkaç kere kırpıştırdığımda ancak görüntü netlik kazandı. Taş duvarların arasında, eski tip bir yatağın üzerinde oturmaktaydım. Etrafımı saran duvarlara biraz daha dikkatli baktığımda bulunduğum yerin aslında bir mağara olduğunu fark ettim.
Mağaranın duvarları oyularak şekiller verilmiş ve bazı yerlerin raf olarak kullanılması sağlanmıştı. Rafların arasından sarı ışık parlıyordu. Burnuma dolan koku, yakınlarda su kaynağının olduğunu haber veriyor, kulağımı dolduran sesler bu haberi doğruluyordu. Üzerimden yorganı sıyırıp kenara itekledikten sonra ayaklarımı aşağıya sallandırdım. Hemen sonrasında üzerimdeki kıyafetleri fark ettim. Ben baygınken birileri bana kahve tonlarında rahat giysiler giydirmişti.
Hemen bileğime uzandım. Derimin altında sertliğini hissettiğim iletişim cihazını çalıştırmak istedim fakat ne kadar uğraşırsam uğraşayım tenimde hiçbir şekilde titreşim hissedemedim. Israrla bu uğraşa devam ettim fakat gerçek sonradan zihnimde vuku buldu: Ağdan uzak bir yere, ormanın derinliklerine kaçırılmıştım.
Elim otomatikman kolyeme uzandı. Bana güç vermesini umuyordum. "Uyanmışsın..." Olmayan kapının girişinden kafasını uzatmış bir genç kızın neşeli sesi odada yankılandı. Hafifçe dalgalanan saçları omuzlarından aşağıya doğru dökülüyor, gülüşü çehresinin aydınlanmasını sağlıyordu. "Kusura bakama, sessizce geldim ama..." Düz bir çizgi üzerinde yürürken dengesini korumaya çalışıyormuş gibi yalpalanarak bana doğru yaklaştı. Ellerini arkasında birleştirmişti. Yeterince yaklaştığında durdu ve uzun bir süre yüzümü inceledi.
Sırtımı dikleştirip ayağa kalktım ve elime demir bir plaka alıp genç kıza karşı kendimi savunmaya geçtim. "Kimsin sen?"
Eliyle saçlarını geriye atarak "Talya Roza." dedi. Otomatikman elimdeki plakayı yere indirip genç kızı incelemeye başladım. "Ona benzemiyorum öyle değil mi?" Omuzlarını silkip iyice yanıma yaklaştı ve usulca yatağa oturdu. Belli ki bana karşı korkusu yoktu. "Seni kaçırmak zorunda kaldığımız için özür dilerim." Herhangi bir şey söylemem gerektiğini biliyordum fakat tam olarak ne söyleyeceğimi kestiremediğim için susuyordum. Az önce isminin Talya olduğunu öğrendiğim genç kızın bakışları bir süre kolyemde takılı kaldı. "Annen..." dedi. Afallamış gibi görünüyordu. "Kolyeyi annen vermişti öyle değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Tutulması
Science FictionThe Wattys 2016 Çığır Açanlar Kazananı Dex İlk Romanım yarışması üçüncüsü 'Bebeğin için bir aile buldum. Onlara bebeğinin bir gün seni bulmak için Zübde-i Tin'e gitmesi gerektiğini söyle. Sevgilerle K.' Şizofreni hastası bir genç kızın, bu notla bi...