1.15

2.5K 225 261
                                    

Uyandım. Önce gözlerim etrafı taradı, hemen akabinde en son neler yaşandığını anımsayarak yüreğimdeki sıkışmayı hissettim. Nefes almak zorlaştı. Biraz sonrasında karanlık bir siluet tarafından kaçırılmış olmanın korkusu serpildi yüreğime. Hızla çarpan kalbim beni yataktan kalkmaya zorladı. Demir kapının hemen önünde durup peş peşe yumruklarımı ve tekmelerimi savurdum. Kapıya inen darbelerin gürültüsü boşlukta yayılırken kimsenin beni kurtarmaya gelmeyeceğinin bittabi farkındaydım. Yine de içimde büyüyen öfkenin dışarı çıkması gerekiyordu.
Gücüm tükenene kadar kapıya peş peşe darbeler indirdikten sonra yorgun düşerek sırtımı kapıya yasladım ve yavaşça yere doğru kaydım. Bakışlarımın hedefindeki bembeyaz oda kendimi deney faresi olarak görmeme neden oluyordu. Kafamı geriye yaslayarak pes ettim. Nitekim çırpınışlarımın kafesteki bir kuşun kaçış mücadelesinden farkı yoktu.
Belki de bu sadece kötü bir rüyaydı ve ben şimdi kendi zihnine hapsolmuş küçük bir kadındım.
Kulağıma doğru birinin yaklaşarak fısıldadığını, uzaklardan gelen bir feryadın ise sessizliği jilet gibi keserek kulaklarımı doldurduğunu hissettim. Yerimden sıçrayarak etrafımı taramaya devam ettim fakat kimse yoktu. Burnuma dolan yoğun idrar kokusu yüzümü buruşturarak elimle ağzımı kapatmama neden oldu. Kulağımı kapıya dayayarak dışarıda birilerinin olup olmadığını anlamaya çalıştım. Dağılan ses bulunduğum odada yankılandı.
"Benimle güvendesin." Hem kapının ardından hem de odanın duvarlarından zihnime ulaşan sesi tanıyordum. Oydu... "Korkmana gerek yok sana zarar vermek değil niyetim."
Duygusuz bir ses tonuyla "Öyle mi?" diye sordum. "Söyle o halde kimsin sen ve benden ne istiyorsun?" Gerçekten cevap vereceğini düşünmüyordum ama yine de sormak istemiştim. Fakat o beklenmedik bir şekilde bana cevap vermeyi seçti. "Andrey..." diye mırıldandı. "Bana Andrey diyebilirsin. Ben sadece senin güvende olmanı istiyorum."
İstemeden kahkaha attım. "Maske takarak Zübde-i Tin'de izinsiz dolaşan kaçık bir adamın bana güvende olduğumu söylemesini oldukça ikna edici buldum." Ellerimi saçlarımın arasına daldırıp derin bir nefes aldım.
"Benden korkuyormuş gibi görünmüyorsun." dedi. Haklıydı.
"Kırık bir kalbe sahipken hep çok daha cesur olmuşumdur." dedim. Fakat bunu ona neden söylediğimi bilmiyordum. Sanırım artık öneminin olmadığını düşünüyordum. O sırada sırtımı yasladığım kapıdan tıkırtılar gelmeye başladı. Toparlanarak ayağa kalktım. Dişlilerin birbirine geçerken çıkardığı sesi bakışlarım kapıya odaklanmış halde dinliyordum. Geliyordu.
Yavaşça açılan kapının ardında yine aynı maskeyi takan adam kafasını hafifçe eğerek beni selamladığında zorlukla yutkundum. Ellerimi iki yanda yumruk yaparken dişlerimi sıkıyordum. Nefesimi düzende tutmaya çalışırken sakin tavrımı korudum. Fakat aklımda elinden kaçıp kurtulmak vardı. Onun da farkında olduğu bu gerçek bana buradan kaçamayacağımı düşündürttü. "Benim güvende olmama neden bu kadar takıntılı olduğunu açıklamak ister misin?" Alaycı tavrım, kendi topuğuma sıkmakla eş değerdi. Onu sinirlendirebilirdim fakat bu bana büyük keyif verirdi.
Birkaç adımda bana yaklaştığında bakışlarını yüzümde hissettim fakat maskesinin ardında saklanan yüzü göremiyordum. Yalnızca ılık nefesi yüzüme çarparak dağılıyordu. Sessiz kaldığını görünce yeniden konuşan ben oldum. "Buradan kurtulacağım, biliyorsun değil mi? Canlı ya da ölü, yine de buradan çıkacağım." Dudağım yanağıma doğru hafifçe hareket etti.
Sözlerime karşılık az önce adının Andrey olduğunu öğrendiğim adam kahkaha attı. "Sırf yaşaman için seni buraya getirmişken ölmene göz yumacağımı sanman büyük ironi. Sözlerime kulak verene kadar buradan çıkışın olmayacak." Sakin ses tonu dikkatimi çekmişti.
"Değer verdiğim ve güvendiğim insanların arasından beni çekip alarak sözlerine kulak vermemi istemen de büyük bir ironi değil mi sence de?" Sorgulayıcı ses tonum duygusallıktan çok uzaktı.
Yeniden kahkaha attı. "Sakın bana yalan söylemeye kalkma, Kutlay. Seni oldukça iyi tanıyorum ve kimseye güvenmediğini gayet iyi biliyorum." Sözleri karşısında yüzümdeki rahat ifade yerini gerginliğe bıraktı. "Yağız'dan uzak durmanı istemek zorundayım."
Aniden gözlerim dolmaya başladı fakat dik duruşumdan ödün veremezdim. İstemsizce bir adım gerileyerek yabancı adama adeta meydan okudum. "Onun yapmaya çalıştığı da tam olarak bu. Bütün endişen kendimi ona teslim etmem ise üzgünüm, ben ona çoktan teslim olmuş durumdayım."
"Anladığını sanmıyorum." dediğinde suratına yumruğumu indirmemek için kendimi zor tuttum. "Onun yüzünden sen öleceksin."
"Beni tanıyor olabilirsin ama belli ki onu tanımıyorsun!" diyerek çıkıştım. "Bana asla zarar vermez." Çenemi dikleştirdim ve "Kimsin sen? Beni nereden tanıyorsun?" diye sordum.
Gülümsediğini maskesine çarpan nefesinin sesinden anladım. "Kim olduğumu öğrenmek için önce maskemi düşür Kutlay!"
Uzanıp suretini saklayan maskeyi çıkarmak için hamle yaptım fakat havadaki elimi bileğimden kavrayarak beni durdurdu ve kafasını sağa yatırıp "Bu kadar kolay olmayacak." dedi.
Sertçe elimi çekip ondan kurtardım. Tıslayarak "Bir gün maskeni düşüreceğime emin olabilirsin." dediğimde onu keyiflendirmiş gibiydim.
Üzerime yürüyerek "Yağız'dan uzak durmak neden bu kadar zor?" dediğinde geri çekilerek aramızdaki mesafeyi korumaya çalıştım ta ki sırtım duvara çarpana kadar. Kollarıyla beni kafese aldığında nefes almayı unuttum. Artık eskisi kadar cesur hissetmiyordum kendimi. Zar zor yutkundum. "Aklını çelmesine izin vermeyerek istediğin hayatı yaşayabilirsin ama sen inatla onu düşünmekten geri durmuyorsun. 3 ay sonra öleceğini kabul et ve onun ruhunu serbest bırak."
İçimde yükselen korkuya rağmen adamın göğsüne vurarak onu geri itekledim. "Beni hayatta tutmaya çalışıyorsun öyle mi?" diye sordum şimdi ben onun üzerine doğru yürürken. "O zaman bunu kanıtla!" dedim tüm dikkati gözlerime yoğunlaşmışken. Aniden cebinde tuttuğu silaha uzandım. Fakat elim onun belindeki silahtayken beni yakaladı ve duvara doğru savurdu. Koluyla göğsüme bastırarak hareket etmeme izin vermedi. Kızdığını görebiliyordum.
"Kaçabileceğin bir yer yok." dediğinde gülümsedim.
"Denemek isterim." derken hayalarına sertçe dizimi geçirdim. Bu eski numara kollarını gevşetmesine ve kaçabilmem için bana fırsat vermesine neden oldu. Öne doğru acı içinde eğilirken dirseğimle sırtına bir darbe daha indirip demir kapıya koştum ve aceleyle kendimi dışarı attım.
Rutubet ve pas kokusu burnuma dolarken ileriye attığım her adımda yerdeki toz havaya karışıyordu. Geçip gittiğim demir kapıların ardındaki odaların amacını ilk başta fark etmemiştim. Fakat sonra o kapıların ardındaki odaların kullanım amacını anlamamla birlikte kan beynime sıçradı. Haykırmak, çığlık atmak istedim fakat sessiz kalmayı tercih ettim.
Uzun süre önce terk edilmiş gibi görünen bir akıl hastanesinde, zorla alıkonuluyordum. Ellerimle duvardan destek alarak düşmemeye çalıştım. Bunu yaparken de bir an olsun duraksamıyor kilitli olan her bir kapıyı zorluyordum fakat hiçbir kapıyı açamıyordum. Nereye gittiğimi bilmeksizin uzun süre koştuktan sonra saklanacak güzel bir yer seçip orada saklanıp bir süre düşünmenin daha akıllıca olacağına karar vererek, beni bulmasının zor olacağını düşündüğüm bir köşeye gizlendim.
Gözlerim etrafı tararken az ileride bulunan duvardaki pencereyi fark ettim. Aniden heyecana kapılarak o yöne doğru atıldım fakat bu pencerenin dışarıya değil bir başka odaya açıldığını fark etmemle birlikte hayal kırıklığına uğradım. Yine de pencereye tırmanıp kendimi ileri attım. Etrafı kolaçan ederken her an o korkunç adamın karşıma dikilebileceğinin farkındaydım.
Bedenimdeki adrenalin yükselirken ileri doğru attığım adımlara rağmen hareket kabiliyetimin azalışına şahit oldum. Midemde müthiş bir bulantı başladı, duvarlar dönüyordu. Yer çekimi tarafından yutulduğumu hissettim. Bu hissin ne anlama geldiğini gayet biliyordum. Bilincim kayboluyor, gerçekliği yitiriyordum. Tutunacak bir yer aradım fakat uyguladığım güce rağmen hareket edemiyordum.
Oldukça yakınımdan gelen uğultulu ve korkunç bir ses sıçrayarak beni kendime getirdi. "Merhaba." diyordu. Tiksindirici bir koku yeniden burnumu doldurunca ağzımı kapatıp kusma isteğimi geri gönderdim. "Yoksa bugün sana iğneni yapmadılar mı?" Arkamı döndüğümde üstü başı kir içindeki korkunç bir kadının elindeki şırınga ile bana yaklaştığını gördüm. Adımlarım geri geri giderken farkında olmadan çarptığım nesneler gürültüyle yere düştü.
Ellerimi öne doğru uzatıp "Bir yanlış anlaşılma olmalı." dedim sanki bu sözler bana ait değilmiş gibi. Tanımadığım kadın kirli beyaz geceliğini çekiştirip bana doğru bana doğru ilerlemeye devam etti. Ona bakmak bile beni ürkütüyordu nitekim bana zarar vermek istediğini anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Onun da tıpkı benim gibi hasta bir zihne sahip olduğunu düşündüm.
Kadın iyice yanıma sokulduğunda ayağımı kadının karnına geçirip olanca gücümle bastırdım. O yere düşerken etraftaki nesneleri de beraberinde zemine indirdi. Masada bulduğum makası elime aldım. Çıkan gürültünün, Andrey'in nerede olduğumu anlamasını kolaylaştıracağını düşünerek kadının durumuna bakmaksızın koşmaya devam ettim. Sonunda kendimi uzun ve karanlık bir koridorda buldum. Koridor boyunca birçok oda ve odalardan çıkan hastalar vardı. Gelişimle beraber bütün gözler bana doğru çevrildi.
Onların gerçekten orada olmadıklarını biliyorsun, diye mırıldandım kendi kendime. Hastalıklı beyninin yansıttığı yüzlerden birer parça hepsi.
Nefesimi dışarıya verdim. Kaşlarımı çatıp tekrar derin bir nefes aldım. Fakat yetersiz gelen oksijen, ciğerlerimi isyana sürüklüyordu. Sadece nefes alıp vermeye devam ettim. Sonra bütün o güçlü duruşum bir gözyaşıyla darmadağın oldu. "Küçükken beni bıraktıkları o hastanede değilim. Artık o günleri yaşamıyorum. Hepsi geride kaldı..." İki elimle birden yüzümü kapatıp acımı dindirmeye çalıştım.
Bacaklarım vücudumun ağırlığını taşıyamayacak kıvama geldiğinde dizlerimin üzerine düştüm. Bana yaklaşan ayak seslerini duyunca ellerimi yüzümden çekerek kafamı kaldırdım. Andrey yakınlarda bir yerdeydi. Dağılmış halde karanlık odalardan birine girerek orada bulunan dolabı önüme siper ettim. Saklandığımı fark eden diğer hastalar varlığımı önemsemeyerek boş bakışlarla etrafı süzmeye devam ettiler. Aldığım nefesi bile hissettirmemeye çalışıyordum.
"Seni incitmeyeceğim." Adamın sesinin tınısı öylesine naifti ki bir an için buna inanacağımı düşündüm. "Seni buraya girerken gördüm." Nerede olduğumu bilmiyordu ama uzaklaşamadığımın bilincindeydi. "Kim olduğumu bilmiyorsun ama aksine ben senin kim olduğunu çok iyi biliyorum Kutlay." Sözlerine kulak kesilmiş bir şekilde, beni bulamaması için dua ediyordum. Giderek artan korkum yüzünden hareketsizdim. "Canımı yakıyorsun fakat farkında değilsin."
Kimdi o? Ve ona yapmış olabilirdim?
Onun hakkında bildiklerimi hatırlamaya çalıştım. Zübde-i Tin'e onca güvenlik önlemi alınmasına rağmen kimliğini açığa vermeden rahatça girebilmişti. Peki, ama nasıl? Başımı ovuşturarak anılarımı canlandırmaya çalıştım. Belki de Asiller'den biriydi ve okula gelmekteki tek amacı bana ulaşmaktı. Dışarıdan gelen uğultuyu hiçe saydım. Parmaklarım boynumda sallanan kolyeye uzandı. Kolyeyi avucumun arasına alarak anahtarı hissettim. Neydi anahtarı bu kadar özel kılan? Öte yandan eğer kolyemi benden çalmak gibi bir amacı olsaydı bunu çoktan yapmış olurdu. Belli ki istediği her ne ise kolyemden daha değerliydi. Düşüncelerimin hiç biri mantıklı değildi, hoş mantık bende hiç var olmamış bir kavramdı. Düşüncelerimi savuşturmak istedim ama bir başka soru zihnimde vuku buldu. Peki ya neden maske takıyor? Yüzünde sakladığı ne var?
Ben daha farkına varamadan beni bulan ve karşıma dikilerek beni izleyen gölgeyi görünce dudaklarımdan büyük bir çığlık kaçtı. Hızla ayağa kalkıp kaçma girişiminde bulundum ancak gölge beni belimden sıkıca kavrayıp geriye doğru sarstı. Kendimi ağırlığı olmayan küçük bir kız çocuğu gibi hissettirerek peşinden sürüklenirken karşı koyamıyordum. Aklıma gelen cani bir fikirle elimdeki makası adamın omzuna var gücümle batırdım. Bu beklenmedik hamlem karşısında inleyerek kolunu gevşetti. Fırsattan istifade ederek elinden kurtuldum. İnleyerek sırtında bulunan makasa uzanmaya ve çıkarmaya çalıştı. Daha fazla görmeye tahammül edemediğim manzaraya sırtımı verip yeniden koşmaya başladım.
Gri ile siyah birbirine karışırken nefes nefese kalmış, yön duygumu tamamen kaybetmiş ve buradan kurtulabilmek için çareler arıyordum. Görünürde kimsenin olmadığı koridorlarda bir kadın yürüyordu sanki. Topuklu ayakkabısının çıkardığı sinir bozucu ses beynimde çınlarken dişlerimi sıktım. Hiç biri gerçek değildi fakat kulağımı dolduran çığlık sesleri işkence edilen bedenlere ait geliyordu ve bu durumda gerçekliği sorgulamak manasızdı. Nitekim duyduğum her bir ses gördüğüm kâbusun ürünü olsa da içimi eziyordu.
"Ben deli değilim." dedim her kelimeyi vurgulayarak. "Ben deli değilim."
Titremeyi bir an olsun bırakmayan ellerimle, birbirine giren saçlarımla ve bakışlarımla korkunç göründüğüme emindim. Şu anda ayna bulsam kendime bakacak cesareti bulamayacaktım. Ellerimi sıkıca başıma bastırıp çığlık atmak istedim. Nefesim boğazımda takılarak ciğerlerime ulaşmadı ve hızla başım döndü. Bedenim bitkindi. Sanki birazdan ölecekmişim gibi korkunç bir çaresizlik, üzerime gölgesini düşürdü. Yalpalayarak bir iki adım daha atabildim, sonrası yine derin karanlık...
3 Nisan 2116
Küçük kız oturduğu bekleme koltuğundayken ayakları havada asılı kalmış gibiydi. Bacaklarını ileri geri sallayarak kendince oyun yapıyordu. Hastanenin ölü kokusu onu rahatsız etmiyor gibiydi, yalnızca canı biraz sıkılmış olsa gerek arada bir yanaklarını şişirip yanında oturmakta olan annesinin gözlerine bakıyordu. Muhtemelen artık gideceklerinin sinyalini görmeyi bekliyordu. Sonra başka bir şey gördü. Gözünün önüne gelen kıvırcık saçlarını avucunun içiyle geriye atarak "Senin başındaki ne?" dedi çocuksu ve peltek çıkan sesiyle. Anneni hafifçe kızına dönüp onun boşluğa yönelen sorusunu anlamaya çalıştı. Kadının kaşları çatılırken gözlerinde hüzün vardı.
Miniğin boşluğa diktiği gözleri hüzünle perdelendiğinde dudaklarını büktü. Ağlamak ve ağlamamak arasında gidip geliyor, dudakları bu etkiyle titriyordu. Kafasını kaldırıp annesine baktı. "O ölüyormuş anne..." Ölümün tam olarak ne anlama geldiğini bilmese de bu belirsizlik bile onu korkutuyordu.
Annenin yüzü düşünce doktora döndü. "Başka bir yolu yok mu?"
Beyaz önlüklü adam yüzüne yayılan üzüntüyü gizlemek için çabalarken aynı zamanda düşünüyordu da. Eli çenesine uzanmış kelimelerini doğru seçmeye çalıştı. "Bakın Nilay Hanım, şu anda yapmanız gereken en doğru şey onu kliniğimize teslim etmeniz olacaktır. Bu tür vakaların tedavisi için kullanılan özel bir ilacımız var fakat minik kızımızın bünyesi bu ilacı kullanamayacak kadar zayıf. Bir süre onu burada misafir edebilirsek ona uygun ilaç bulabileceğimize inanıyorum."
Küçük kız yüzünde beliren üzüntüye rağmen belli belirsiz gülümsedi. Elini boşluğa uzattı ve "Kayboldu..." diye mırıldandı. Hayal kırıklığıyla birlikte başını önüne eğerek gözünden kucağına doğru düşen damlaları serbest bıraktı. Sesli bir şekilde burnunu çekip hayata ilk defa o gün küstü.
"Benim kızım sizin laboratuvar fareniz değil, doktor bey." dedi kadın kızgın bir ses tonuyla. Koridorda yankı bulan sesinin şiddetini azaltarak "Ben onu nasıl bırakırım?" diye sordu. "Yıllar sonra mucize eseri ona kavuşmuşken bunu yapamam... Hem daha yaşı ne onun? Küçücük bir kız."
Doktorun sert ifadesi her şeyi anlatmaya yetiyordu. "Kızınızın ona özel olarak ayarlanan tedaviye ihtiyacı var. Kullanacağımız ilaçların dozunu ayarlayabilmemiz için 7/24 gözetim altında kalması gerekiyor."
Kaşları çatıldı kadının. "Uyuşturacaksınız onun küçücük bedeni değil mi?" Sesi cümlesini bitiremeden iyice duyulmaz oldu.
Doktor anlayışla konuşmaya devam etti. "Yalnızca yapılması gerekeni yapacağız. Emin olun kızınızın durumundan biz de pek memnun olmayacağız."
Onların bu hararetli tartışması sırasında küçük kız oturduğu yerden yavaşça ve düşmeden inmeyi başarıp bedeninin küçüklüğünü kullanarak kimseye görünmeden az önce hiçliğe karışan arkadaşının peşine düştü. Onu ararken oldukça sevimli ama bir o kadar da hayret verici görünüyordu nitekim daha birkaç saniye önce tanıştığı birine kolayca sevgi besleyebildiği gibi nereye gittiğini de merak ediyordu.
"Gece?" Yabancı bir kadın eğilerek ellerini dizlerine koydu. Böylece küçük kızla aynı boya gelmiş oldu. Kadın onun kahverengi gözlerine bakarak gülümsedi. Kollarını açarak küçük kıza sıkıca sarıldı. Kokusunu ciğerlerine doldururken onu bir daha bırakmak istemedi. Kadının dudakları birbirine kapanırken ağlamamak için kendini zorladı. Küçük kızın oraya nasıl geldiğine anlam verememişti ama yine de bunun üzerinde düşünmek için fazla duygusaldı. "Burada ne yapıyorsun?" diye diye sorduktan sonra küçük kızı baştan aşağı süzdü.
Küçük çocuk minicik elleriyle gözlerini sildi. Burnunu çekerken çok üzgün görünüyordu. "Arkadaşımı kaybettim." Harfleri tam çıkaramıyor R'leri, Y olarak söylüyordu.
"Endişelenme..." dedi kadın zar zor yutkunarak. "Onu ne zaman istersen görebilirsin. Sadece gözlerini kapat ve derin bir nefes al. Annenin yanına gitmelisin. Burada kaybolacaksın." Küçük kız başını hafifçe aşağı yukarı sallayıp kadınla birlikte ciğerlerine havayı doldurmaya başladı. Onunla aynı anda aldı nefesini, aynı anda da verdi. Kalp ritimleri eşitlendi ve o an zaman durdu. Bütün diller ve düğümler çözüldü. Sarmallar ve renkler dağıldı. Sahip oldukları bu zaman onlara yettiği kadar yetti, yetmedi ardında kaldı. Gün bitti, gece başladı. Karanlığın çöküşünün ardından karar verildi: Minik kız hastaneye yatırıldı. Kadın geceye karıştı, sessizlik çığlıklarla boyandı ve minik bir beden ruhundaki esaretten kurtulmak için bir başka esarete tutunmak zorunda kaldı.
***
Gözlerimi zorlukla açtığımda genzimdeki yoğun baskıyı hissettim. Elim otomatikman boğazıma ilişti. Öksürerek yuttuğum tozları dışarıya atmaya çalıştım. Boştaki elimi havada sallayarak havayı temizlemeye çalıştım. Uzun zaman önce terk edilen yerde, uyuduğum süre boyunca adeta tozdan battaniye serilmişti üzerime. Nerede olduğumu hatırlamam kısa sürdü. Hemen irkilerek ayağa kalktım. Neyse ki Andrey'in beni bulamamış olması büyük bir şanstı. Elim kolyeme uzandığında duvara yaslanarak tavana bakmaya başladım. Buradan gerçekten kaçıp kaçamayacağımı düşündüm. Hemen akabinde aklıma Yağız'ın sureti üşüştü. Acaba kendini daha iyi hissediyor muydu?
İçimde berbat bir his vardı. Bir boşluk, bir nefes yetmezliği, öyle de bir sıkışma. İğne gibi batıyordu düşüncelerim. "Keşke beni gözlerinin önünde tutmaya devam etseydin, Karasu..." diye fısıldarken buldum kendimi. Varlığı artık alışkanlığım haline gelmişti fakat şimdi elinin uzanamayacağı kadar uzaktaydım.
Zaman kavramından bihaberdim. Saat kaçtı? Tarih neydi? Hangi dehşet dakikaları çarpıyordu kalbimin ritminde? Hava karanlık mıydı yoksa aydınlık mı? Gözlerimin seçemediği nesnelere bakılırsa güneş çoktan batmıştı, havalandırmadan gelen o cılız güneş ışığı da kaybolmuştu. Zifiri karanlık zihnimdeki hareketlenmenin artmasına neden oluyordu. Mantıklı bulduğum telkinlerle sakinleşmeyi umdum: Sen canavarı göremiyorsan, canavar da seni göremez. Çünkü karanlık, ikiniz için de karanlıktır.
Dış dünyayla iletişimim imkânsız hale gelmişti. Kaçırılmış ve tükenmiştim. Yeni yeni fark etmeye başladığım bir başka gerçekle henüz yüzleşmemiştim bile. Her geçen saniye daha büyük bir belanın içine sürükleniyordum. Sonunda mırıldandım asıl korkunç gerçeği. "Bu daha başlangıç..." Sesim soğukla birleşip korkunç bir tını, korkunç bir çaresizlik dumanı yayıyordu. Bu mevsimde neden bu kadar soğuktu burası?
Yorgun bedenim karanlıkla bütünleşmiş, gözlerim ışıksızlığa alışmıştı. Böylece karanlıktaki nesneleri artık seçebiliyordum; kabataslak da olsa. "Eğer Zübde-i Tin'e gelmeseydim..." derken cümlem yarım kaldı zira bir başka gerçeği fark ettim. Alayla güldüm. "Gelişim bile planlanmışken seçim şansım olduğunu sanmıyorum." Dudaklarımdan çıkıp havaya yayılan zehir dolu sözler adeta pes etmiş olduğumu haykırıyordu. Sıkılgan bir tavırla ellerimi kucağımda birleştirdim. "Neyi seçersem seçeyim varacağım son durak belli yani. Ne kaçışım var ne de başka bir yolum." Kaşlarımı çatarak kendi kendime kızdım hemen sonra. "Saçmalıyorsun Gece. Tamam, her şey planlanmış olsun ama bu plana dâhil olmayı da sen tercih ettin!"
Midemde tanıdık sızı baş gösterince acıktığımı anladım. Düşüncelerim açlığıma odaklanınca elimi karnıma götürdüm. Artık yemek yemem gerekiyordu zira epeydir boğazımdan hiçbir şey geçmemişti. Duvardan destek alarak zorlukla ayağa kalktım ve kapıya ilerlemeye başladım.
Gözlerim yavaşça kapanmaya başladığında buna anlam veremedim. Daha az önce uykudan uyanmamış mıydım zaten? Nasıl hala göz kapaklarım kapanmaya meyil edebiliyordu? Olduğum yerde duraksayıp derin bir aldım. Şu anda yaşanan durum beni korkuttu. Görüntülerin netliği kaybolurken buna tezatlık ışık şiddetini arttırdı. Soğuk hava yerini ılık dokunuşlara bırakırken midemdeki yanma şiddetlendi fakat bu kez açlıktan böyle hissetmediğime emindim. Saçlarım rüzgârın etkisiyle savrularak havaya karıştı. "Hepsi kötü bir şakanın ürünü." diye mırıldanırken beynimi çıkarıp fırlatmak istedim, bu çirkin gerçeklik oyununu benimle oynadığı için. Tek yapması gereken dış dünyayı olması gerektiği gibi, belki herkes gibi algılamaktı fakat ben bundan yoksundum.
Kafamda oluşturduğum yenidünyaya göz attığımda gerçekliğinden şüphe duymak için hiç bir sebep bulamıyor olmak beni iyice sinirlendirdi fakat yapabileceğim bir şey yoktu. Tertemiz zemine attığım adımlar iz bırakıyordu. Her yer az önce kaçmayı başardığım oda gibi bembeyazdı. İnsanlar bile beyaz giyinmişti. Birçoğu tüplerin içinde bulunan renkli sıvılarla ilgileniyorlardı. Yine de beni fark edenler oldu. Şaşkınlıkla üzerime çevrilen bakışlar, kir içinde kalan kıyafetlerim ve yabancı suretim nedeniyle olsa gerekti. Adımlarımın zeminde çıkardığı tok sesle birlikte yürümeye devam ettim.
"Bakalım bu ne kadar sürecek..." Derin bir nefes alıp durumu kabullendim. Yaklaşınca iki yana açılan kapıdan içeri girdim. Yüzüme vuran ışık bedenimi yuttu ve bedenim kayboldu. "Hayaller öldürmez." diye fısıldadım kendi kendime. Hayaller öldürmezdi değil mi?
Etrafı sadece göz ucuyla inceliyordum. Gördüğüm siluetlerin ikisi dikkatimi çektiğinde olduğum yerde kalakaldım. Çekimser bir tavırla tanıdık suretlere doğru yaklaştım. Talya ve Korel düşlerimin arasında şaşkınlıkla beni izliyor, en az benimki kadar karışmış kafalarıyla içinde bulunduğumuz anı anlamlandırmaya çalışıyorlardı. "Uyanmam gerek ve nasıl yapacağımı bilmiyorum." Bu sözleri sarf ederken beni hayretle dinleyen Talya ve Korel önce birbirlerine sonra da bana, beni hayatlarında ilk defa görüyorlarmış gibi baktılar. Elimi saçlarımın arasına daldırıp isyan etmeye başladım. "Uyanmak istiyorum Talya!" dedim tane tane konuşarak. En karanlık dehlizlerimden birinde, kayboluşun derinliklerindeydim.
Gözlerimi yumarak küçük bir nefes egzersizinin tüm her şeyden daha yararlı olabileceğine inanarak havadan derin bir nefes çektim. Diyaframıma dolan havayı yavaşça dışarı verirken beynimde alkol etkisi baş gösteriyor ve dünyanın dönüşü hızlanıyordu. Yalpalayarak bir iki adım geriledim. Görüntüler hipnoz etkisi yaratarak gözümün önünde kaymaya başladı fakat aslında gözlerim kapalıydı. Dudaklarımdan kaçan çığlık kulaklarımı doldurdu.
Talya bu kez daha uzak bir noktada konumlandığında, yapmakta olduğu işi bırakıp beni hayalet görmüş gibi izledi, anlam veremedim. Yorgunluğum giderek artıyor fakat karabasan kâbusuna benzeyen uykunun uyanış anı bir türlü gerçekleşmiyordu. Tamam, ölmek için hayal dünyası güzel bir tercih olurdu fakat can vermek için hayalimde vuku bulan çok daha iyi yerler biliyordum.
"Lütfen bana yardım et." diye fısıldadım. Genç kadının gözlerindeki korku bana da bulaşıyordu. Yavaşça elim kolyeme uzandı, benim güç bulduğum yegâne şeye... Yeniden silikleşen görüntüler beni daha fazla içine çekerken üzerime çöken karabasandan bir türlü kurtulamadım. İçimdeki korku beni teslim almaya geliyordu. Kendimi yavaş yavaş karanlığın kollarına bırakıyor, bir başka hikâyede hayat buluyordum. Sonsuz portallar açıyordum hayal dünyamda. Oradan buraya savrulurken benliğimden parçaları ardımdan bırakıp gerçekliği yitiriyordum. Buna ne kadar daha devam edebileceğim hakkında ciddi endişelerim vardı. "Neden sürekli seni gördüğümü bilmiyorum Talya. Belli ki zihnimin derinliklerinde yer bulmuşsun. Lütfen söyle, nasıl uyanacağım?"
Genç kız temkinli bir şekilde bana doğru yaklaşırken aynı zamanda elini uzatmıştı. Hayalet gibi görünüyordum, korkması gayet normaldi aslında. Yaşadıklarımın kâbusun parçaları olduğunu bilmek, durumu olağan hale getiriyordu. Yavaşça uzanıp parmaklarıyla yüzüme dokundu. Suretinde anlam veremediğim bir ifade peyda oldu ve aniden geri çekildim. Kaşlarımı istemsizce çatıldı. Aralanan dudaklarım herhangi bir cümleyi telaffuz etmek için fazlasıyla güçsüzdü. Masadan bir şey aldı. Siyah ve parlaktı. Sonra bileğime yasladı. Yandığımı hissettim, belki de uyduruyordum. Kemiğime saplanan iğnenin acısını hissettim.
Talya işini bitirdiğinde başımı eğip koluma baktım. Birkaç küçük iğne izine rastladım. Bu izlerin etrafına yayılan mor halkalar mantıklı gelmiyordu. Yeniden görüntüler gözlerimin önünde büyüyüp küçülmeye, aynı zamanda uzaklaşıp yakınlaşmaya başladı. Hastalığımdan mı yoksa kan verdiğim için mi bilinmez baş dönmem şiddetlendi. "Talya! Kendimi hiç iyi hissetmiyorum." Üzerimdeki uyku hali yoğunlaştı ve tonlarca ağırlığa gelerek üzerime çöktü. Fakat o saniye gözlerim kocaman açılarak, rüyalar acıtmaz ki, diye düşündüm.
Soğuk bir nefes verdim dudaklarımın arasından, sonra titredim. Ellerime sıcak nefesimi üflerken gökyüzünden iri yağmur damlaları düşmeye başladı. Ayağımın altındaki çamur ezilerek ayak izimin şekline büründü. "Gece? Her yerde seni arıyordum." Korel'in sesi irkilmeme sebep oldu.
Genç adamın sözlerine aldırış etmeden kendi kendime mırıldanmaya başladım. "Uyanmak istiyorum." Artık hangi gerçekliğe ait olduğumu unutmuştum. Belki de en başından beri...
Omuzlarımdan kavrayan ellerle birlikte Korel'e bakmak zorunda kaldım. "Neredeydin?" diye sordu yeniden.
Bakışlarım önce uzaklara daldı sonra yavaşça kayarak yere düştü. "Bilemiyorum. Kırgın bir kalple Yağız'ın yanından uzaklaşıp soluklanmaya çıktığımı hatırlıyorum fakat sonra... Sonrası karanlık." Ağzımdaki acı tadı fark ederek yüzümü buruşturdum. "Sanırım kendi zihnimde kayboldum ve her nedense kaçmaya çalıştıkça karanlıktaki maske beni her defasında ensemden yakalıyor. Belki de beni yeniden tımarhaneye kapatarak hak ettiğimi veriyordur." Gözlerimi kısarak kaşlarımı çattım. "Ama bütün bunlar çok anlamsız."
Verdiğim nefes tozlu havaya karışırken yine ışığı kaybettim. Sesler gitti, başladığımı sandığım yere geri döndüm. Etrafımı yoklayarak nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Attığım ilk adımla beraber yere yuvarlandım. Kolumdaki sızı kendini gösterdiğinde elimi yavaşça o noktaya götürdüm.
Karnımın acıkmış olduğunu yeniden hatırladığımda düştüğüm yerden kalkmaya çalıştım ama bunun için bile fazlasıyla güçsüzdüm. Kolumdaki kaslar zayıf düşüyor, bedenim karıncalanıyordu. Çabalarım hüsran ile sonuçlanırken etraftaki her şeyi beraberimde devirdim. Akıl hastanesinin koridorları yeniden benim yüzümden gürültülü hale gelince yakalanacağımı anladım. Ve o an ardımdan gelen ses bu düşüncemi doğruladı. "Sahiden kaçmayı başardın sanmıştım."
Kaçışımın imkânsız olduğu dakikalarda ruhumu teslim etme arzusuyla doldum. Yattığım yerden kafamı çevirip ardıma baktığımda maskeden yansıyan kırmızı ışığı gördüm. Dehşet ayaklanmış başucuma doğru yaklaşıyordu. Omzuna sardığı bezden sızan kanın kırmızılığı ona sapladığım makası hatırlamamı sağladı. Sürünerek kaçmaya çalıştım ama tükenmiş olan bedenim adeta bana düşman kesilmiş, itaatkârlığını geride bırakmıştı.
Andrey'in maskesi yağlı boya tablosu gibi gözlerimin önünden akıp giderken uyumak istedim. Olacak olanların çabucak olması için dua ederek kendimi çarpıcı sona hazırladım. Gözlerimi yumdum ve sırt üstü yatarak gözlerime dolan yaşların kulaklarıma doğru yol almasına izin verdim. "İyi geceler..." fısıltım dudaklarımdan yavaşça döküldüğünde havalanıp uçtu ve gitmesi gereken kişiye doğru kanat çırptı.
Sırtımın ve dizimin altından kayan kollar beni havaya kaldırdığında başım boşluğa düştü. Zorlukla kafamı kaldırıp, Andrey'in gözlerini bulmayı umduğum yere baktım. "Tanıdık bir koku var..." Mırıldanarak söylediğim bu cümle havaya karışırken maskenin altındaki yüze kocaman bir tebessümün yayıldığını hissettim. Etrafa bakınmaya çalıştım ama odada neyin olduğunu ve bu tanıdık kokunun neye ait olduğunu asla anlayamadım.
Beni kapıdan çıkarırken "Ölümün kokusu olsa gerek." dedi fakat ben daha karşılık veremeden yeniden uykuya teslim oldum.
***
Uzun süre karanlıkta kalan kişinin gözleri ışıkla ilk buluştuğu anda hiç bir şey görememeye devam eder. Yani keramet ışığın varlığında ya da yokluğunda değildir, nesnelerin görüne bilirliğindedir. Bunu parlak ışığın gözüme yansıdığı ve hiçbir şeyi göremediğim o ilk anda düşündüm. Işıkla kör olan gözlerimin parlak ışığa alışması biraz zaman aldı. Rüyadan uyanırcasına gözlerimi odada açtığımda gerçekliği sorgularken buldum kendimi. Nelerin yaşandığını nelerin ise yaşanmadığını ciddi anlamda kavrayamadığım dakikalardaydım. Duam hiç birinin yaşanmamış olmasından yanaydı ama kolumdaki izler, kapatılmış olduğum bu oda ve şiddetle ağrıyan başım hepsi olmasa da yaşananların bir kısmını gerçek kabul etmek zorunda olduğumu kulağıma fısıldıyordu. Ya da belki, gördüğümü sandığım diğer her şey bir rüyaya karışacaktı. Anlamak için uyanışı beklemek zorundaydım.
Yatakta doğrulup dizlerimi kendime çektim. "Günaydın." Duvarların ardından yükselen ses kaşlarımı çatmama sebep oldu.
İzleniyor muydum yani?
"Buradan kurtulacağım, biliyorsun değil mi? Canlı ya da ölü, yine de buradan çıkacağım." Sözlerimin onu şaşırtmadığına emindim.
Adamın kahkahası kulağımda çınladığında sinir bozucu sesini duymamaya çalıştım. "Sırf yaşa diye seni buraya getirdim. Sözlerime kulak verene kadar da buradasın." Sakin ses tonu dikkatimi çekmişti.
Konuşurken en az onun kadar sakin görünmeye çalıştım. "Belki de ölmem gerekiyordur."
"Seni yaşatmaya çalışırken böyle söylemenden nefret ediyorum." dedi fakat o bu sözleri sarf ederken aklımdan geçen tek düşünce onun sapık olduğuydu. "Beni feci şekilde yaraladın, omzumdan yani. Seni hafife almamam gerektiğini öğrenememişim." Onu hiçe sayarak bakışlarımı boşluğa diktim, o ise konuşmaya devam etti. "Yağız ile yazılmış bir geleceğin yok." Bir an için duygularımı ele verecek oldum ama yüzünü göstermekten aciz bir adama canımın yandığını belli etmenin onu daha da keyiflendireceğini düşünerek güçlü duruş sergilemenin akıllıca olacağına kanaat getirdim.
"Biliyorum benim yaptığım alevin mavisine âşık olmak ama geleceği düşünerek şimdiki zamanı çarçur etmek pek bana göre değil." Hafifçe tebessüm ettim. "Eğer korktuğun şey Yağız ile geleceğimin olması ise, boşuna telaşlanma. Ufak bir özürle beni hayatında istemediğini açıkça belli etti zaten."
Bir süre sessiz kalan adam sonunda "Ama seni seviyor, öyle değil mi?" diye sordu. Dudaklarımı büküp "Bilmem." diye mırıldandım. "Bu karmaşık hikâyeyi bu kadar deşmeni gerektirecek önemli olan ne var bilmiyorum. Her şey yalnızca 3 ay içinde nihayete erecek nasıl olsa."
"Ya Yağız ölmeden önce seni öldürürse? Bunu hiç düşündün mü?"
"Bunu şu anda sen de yapabilirsin." dedim. "Lütfen beni yalnız bırak." Şaşırtıcı bir şekilde dediğimi yaptığında içime belirsizlik tohumunu bırakıp sessizce uzaklaştığını fark ettim fakat bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bir kez o şüpheyi içime akıttıktan sonra öylece sindiremezdim.
***
Demir kapı. Dişliler. Ayak sesleri ve maskenin ardında saklanan suret. Üzerimdeki pikeyi daha fazla kendime çekerek adamın içeri girişini izledim. Benim için yiyecek bir şeyler getirmişti. İç çekerek kafamı başka tarafa çevirdim. "Neden bu aptal maskeyi takıyorsun?" Mırıldanarak söylediğim bu sözler fazlasıyla alaycıydı.
Yemeği yatağımın üzerine bırakırken "Çünkü yüzüm yanıklarla dolu." dedi ve devam etti. "Eskisi gibi yakışıklı değilim ve senin gibi güzel bir kadını ürkütmek istemem."
Öfkeli bakışlarımın hedefine aldığım adama alaycı bir tavırla "Masken oldukça sevimli görünüyor." dedim. "Bu halinle kesinlikle ürkütücü değilsin."
"Cesur görünümünün ardına sığındığını ve aslında benden ölesiye korktuğunu biliyorum Kutlay. Bana karşı rol yapmana ya da beni sinirlendirmeye çalışmana gerek yok." Ürpertiyle onun görünmeyen yüzüne baktım. "Gitmek istiyorsan artık sana karşı koymayacağım. Ama ya ben haklıysam? En azından bunu düşünmeni istiyorum."
Ben afallamış halde onun sözlerini sindirmekle uğraşırken, o karşımda dikilmiş yalnızca beni izliyordu, sanki hayatı boyunca bunu yapabilirmiş gibi. O sustu, ben sustum. İkimiz de bulunduğumuz yerden bir milim kıpırdamadık. Birkaç saniye daha kaybettim hayatımdan. Gitmek için cesarete ihtiyacım vardı fakat...
'Beni kaçırmak için o kadar zahmete girdikten sonra öylece serbest bırakmak istediğini mi söylüyorsun?' demek istedim fakat tüm bunları yüksek sesle dile getirmenin aptalca olacağına kanaat getirip susmayı tercih ettim. Bu işin altında yatan bir başka nedenin olması gerekiyordu fakat o nedene ulaşamıyordum. Adam, bir adım gerileyerek yana çekildiğinde dahi beni izliyordu.
"Ben..." dedim dağılan düşüncelerimi toparlamaya çalışarak. "Ben seninle kalıyorum." Sarf etmiş olduğum cümlelere inanamıyordum fakat Andrey'in bir planı varsa kaçmaya çalışarak bu plana dâhil olmayacaktım. Öte yandan tüm bunlar blöfünün bir parçası ise, beni fena halde köşeye sıkıştırmıştı.
Adam başıyla sözlerimi onayladıktan sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Yalnızca üç ay sonra Yağız ölecek ve her şey sona erecek." Onun bu sözlerinin üzerine aklımdan geçen tek bir düşünce vardı, o da neden Yağız'ı hemen şimdi öldürmeye çalışmadığıydı. Hasta yatağında yatan bir adamı öldürmek, beni kaçırmaktan çok daha kolay olurdu şüphesiz. "Onu şu anda öldüremem." dedi zihnimi okumuş gibi. Şüpheyle gözlerine baktım. "Yüzün düşüncelerini ele veriyor Kutlay."
Derin bir nefes alıp "Neden?" diye sordum. "Neden bu oyunu hemen bitirmek varken uzatıyorsun? Sana bütün bunlar keyif mi veriyor?"
Başını iki yana sallayarak "Hayır." dedi içten gelen bir ses tonuyla. "Hayır, alakası bile yok. Aksine onun hemen şimdi ölmesini istiyorum ama bunu yapmama engel olan bazı gerçekler var. Maalesef herkes üstüne düşen rolü oynuyor. Benim rolümse Yağız seni öldürmeden önce onu öldürmem olacak. O vakit perde kapanacak."
  
Yeniden titremeye başlayan ellerimi saklamak için yumruklarımı sıktım, bakışlarımı kaçırdım. Tam da o an dışarıdan gelen gürültüyle beraber yerimden sıçradım. Silahına davranan Andrey'i görünce yine hangi tehlikeye bulaştığımı merak ettim. Kalbim hızla çarpıyordu.
"Arkamda kal!" Emir veren sözlerinin ardındaki gizem beni şaşırtmıştı nitekim şu anda beni korumaya çalışıyordu ama kimden?
Başımla onaylayarak ona itaat ettim zira başka çaremin olduğunu da sanmıyordum. "Bana bir silah ver!" dedim ayağa kalkıp. Başını hafifçe bana doğru çevirip birkaç saniye beni izledi. Sonra tekrar önüne döndüğünde "Hayatta olmaz." dedi. Gözlerimi devirerek derin bir nefes çektim tozlu havadan.
Andrey kapıya yaklaşıp siper aldığında ben de kör bir nokta seçerek sırtımı duvara dayadım. Maskeli adamın omzundaki yaraya takıldı gözlerim. Bunu ona ben yapmıştım. Şimdi o yarada sızıntı vardı fakat adamın bunu önemsediğini sanmıyordum fakat önemsemeliydi. Tam ben bunları düşündüğüm sırada onun dudaklarından ufak bir inilti kaçtı. Omzundaki yara ona engel oluyor olmalıydı. "Onları vurmak istemiyorum ama beni zorluyorlar." Anlam veremediğim sözleri tanıdık bir sesle bölününce gözlerim kocaman açıldı. O ses "Gece!" diye bağırdı. Yağız'dı.
"Hayır, hiç bir yere gitmiyorsun." Elini bana uzatmış tehditkâr tavrını devam ettiriyordu.
Artık elinde kozu kalmayan adama gülümsedim. Kapıya yaklaşırken "Gitmek istediğim için beni vuracak mısın?" diye sordum. "Daha birkaç dakika önce gidebileceğimi söylemiştin. Yoksa kafanda kurduğun plan her ne ise boşa mı çıktı?"
Namlunun ucu bana döndüğünde nefesimi tuttum. "Evet, hesabımda bir hata oldu." Silahın patlaması için bekledim ama bu gerçekleşmedi. "Buradan kaçış biletim olacaksın, Kutlay." Dişlerimi sıkıca birbirine geçirip içinde bulunduğum durumdan bir an önce kurtulmayı diledim. Silahıyla dışarı çıkmamı işaret ettiğinde dediğini yaptım. Beni öne sürerek odadan dışarıya çıktı. Gördüğüm tanıdık yüzler beni şaşkına çevirdi.
İçinde bulunduğum durumun etkisiyle duygularım birbirine girmişti. Gözlerimi yumdum ve sakinleşmeye çalıştım. Silahı başımda hissedince durdum ve direkt olarak karşıma baktım.
"Gece, sakin ol. Neye mâl olursa olsun seni alacağız." Kalis'in içimi huzurla dolduran sesini duyduğumda buruk bir gülümseme yerleşti suratıma. Derin bir nefes aldım, her zamanki gibi. Ardından gözüme perde indi. Kararlı olmaz isem ölecektim. Cesaret gerekiyordu bana, kararlılık gerekiyordu.
Yapabilirdim.
Yanlış bir hamlenin ölümle sonuçlanması demekti, farkındaydım ama beklemenin de pekiyi sonuçlar doğuracağını düşünmüyordum. Saç tellerimin arasında kıpırtısını hissettiğim silahın yerini saptadım. Yapabileceği hamleleri düşündüm. En tehlikeli olan ihtimal silahın patlamasıyla beraber beynimin dağılmasıydı. Ama yine de umuda sarılır gibi bir gerçeğe sarıldım: Andrey her ne olursa olsun beni canlı istiyordu ve namluyu doğrultmak için yanlış kişiyi seçmişti.
Seri bir hareketle arkamı dönerken silahı kavrayan elini yakaladım ve bileğini bükerek arkasına geçtim. Boştaki koluyla beni başımdan yakalamaya çalıştı fakat dizlerinin arkasına indirdiğim darbeyle yere düştü. Diğerleri anlamamıştı fakat ben Andrey'in aslında karşı koymadığının farkındaydım. Dişlerinin arasından "Kaçmama izin vermek zorundasın." dediğinde bakışlarımdaki ifade dondu. Kaçmasına izin vermek için hazırdım ve o bunun farkındaydı.
Düştüğü yerden kalkarak bu kez benim tökezleyerek düşmemi sağladı. Başım dönüyormuş gibi davranarak bunu arkadaşlarıma hissettirmemeye çalıştım, oysa ne yaptığım hakkında benim dahi en ufak bir fikrim yoktu. Bilinmezlik havuzunda debelenip duruyordum. Andrey kaçmaya hazırlanırken Yağız saklandığı yerden çıkarak hızla adama doğru koşmaya başladı. Yanımdan geçip giderken yüzüme vuran esintisi, beni kendime getirdi.
Hızla arkamı döndüğümde Yağız'ın maskeli adamın karnına indirdiği sert darbelerle karşılaştım. Biri Yağız'ı durdurmazsa Andrey'i öldüresiye dövmeye devam edecekmiş gibi görünüyordu. Silahını geride bırakıp yumruklarına güvenmesi de öfkesinin ne kadar ileri boyutta olduğunu gözler önüne seriyordu. Aniden ayağa kalmış Yağız'ı durdurmaya çalışırken buldum kendimi. Elimi gri dumanın yüzüne uzattığımda ancak sakinleşebildi. "Geldin..." Fısıltıyla çıkan sözlerim minnettarlık doluydu.
Gözlerim gözleriyle buluştuğunda kaşları beni gördüğüne memnun olduğunu ifade edecek şekilde kıvrıldı. Dudakları hafifçe aralandığında gülümsedim. "Seni izlemeyi bıraktığım için özür dilerim."
O sustu, ben sustum. Sonra tüm evren sustu.
İçime doğru sızan huzur dolu pınarlar büyük bir rahatlama sundu bana. Diğer hiç bir şeyin anlamı kalmamıştı. Az önce tutsak mıydım? Yoksa asıl tutsaklığım şimdi karşımda duran adamın gri gözleri miydi? Ya da onun kalbinde olmak benim en büyük kafesimdi ve özgürmüşüm gibi hissettiriyordu. Hem de yaşayan bütün canlıların en özgürü... Hiçbirinin cevabını bilmiyordum.
Elimi yavaşça yanağından çekip "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. O an etrafımızı gri bir duman kapladı. Bunun Andrey'in işi olduğunu anlamam zor olmadı. Yağız onun kaçmasını engellemek için hamlede bulunduğu sıra, öldürülebilme ihtimaline karşılık onu kolundan yakaladım. "Diğerleri halleder." Aklı maskeli adamda olsa dahi dediğimi yaptı, yanımda kaldı.
"Seni öyle çok özledik ki..." diyen neşeli sesin sahibi Kalis'di. "Sana son yaptığımız şey için bizi affedebilecek misin bilmiyorum." Haklıydı. Uzun bir zaman boyunca bana ihanet etmiş olduklarını düşünüp durmuştum. Sonunda Andrey'in de dediği gibi aslında kimseye güvenmediğimi fark edip bununla utanç duydum. Hayatımdaki arkadaşım hatta belki ailem dediğim insanlara dahi güvenmekten acizdim. Belki de tek yapmam gereken...
"Nedenlerinizi anlayabiliyorum." dedim. "Zor bir insanım ve kimsenin bana katlanmak ya da yardım etmek durumunda olmadığını anlamam gerekiyor. Şu durumda, benim için gelmiş olmanız affedilecek bir şey olmadığını gösteriyor." Derin bir nefes alıp düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. "Beni nasıl buldunuz?"
Yağız yoğun dumanın içinden beni çıkararak "Korel'in iz sürme yeteneği oldukça iyi." dedi. Etrafıma bakındıktan sonra göremediğim bir yüzü merak ettim. "Brioni nerede?"
"Onun başka bir işi var." dedi Lovell. İyi olduğunu bilmek yeterli gelmişti ama yine de burada, bizimle olmasını çok isterdim. Üzerime çöken halsizliği fark eden Yağız beni kendine çekerek ondan destek alarak yürümemi sağladığında kalbimin daha hızlı çarpmasına engel olamadım. Ufak bir sessizlikten sonra Kalis içinde tutamadığı cümleleri yüksek sesle dile getirdi. "Javier'in oğlu varmış ama karısı onu doğururken öldüğü için çocuğunu asla sevmemiş. Biz bu çocuğun maske takan o adam olduğunu düşünüyoruz." Dudaklarımın arasından ufak bir şaşkınlık nidası kaçıverdi.
Kaşlarımı çatarak "Çocuğun adını biliyor musunuz?" diye sordum. "Maskeli adamın adı Andrey. En azından o bana böyle söyledi. Ayrıca yüzünün yandığını da söyledi."
Lovell konuşmaya devam etti. "Çocuğun adını bilmiyoruz fakat Javier'in oğlunu tıpkı kendisi gibi olması için yetiştirdiğini biliyoruz yalnızca. Aile içinde ne yaşadıkları hakkında pek bir fikrimiz yok fakat baskılara dayanamayan oğlunun küçük yaşta evden kaçıp birilerine sığındığı konusunda söylentiler duyduk. Bilemiyorum." Es verip sanki çok daha önemli bir gerçeği söyleyip söylememek arasında kalmış gibi göründü.
"Lovell bir şey daha var ve sen bana söylemiyorsun." Ciddiyetimi ifade edecek doğru tonlamayı kullanarak söylemiştim bu sözleri.
"Javier..." dedikten sonra kısa bir süre duraksadı. "Annen ile babanı çok yakından tanıyor olmalı. Hatta onlarla aynı birimde çalışmış olduğunu düşünüyoruz. Biyolojik ailenin kayıp olmasının nedeni belli ki bu adam ve..."
"Çoktan ölmüş olan ailemi aramaya çıktığımı mı söylemeye çalışıyorsun?" diyerek kızdım. "Bunu düşünmediğimi mi sanıyorsun?" Gözlerimi kısarak öfkeli bakışlarla genç kızı süzdüm. Öfkemin ona olmadığını biliyordu. "Eğer öldürüldülerse bunun sorumlusunu ya da sorumlularını saklandıkları delikten çıkarmak istiyorum! Bu yola girerken onları ölü ya da diri her ne şekilde olursa olsun bulacağıma inanarak girdim."
Ve sonra kulaklarım hiçbir sesi seçemez oldu. Bedenim bana ait olmadı. Tepemden aşağıya kaynar sular boşaltılıyormuş gibi oldu. Ruhumun bütün bu olaylardan kaçıp gidecek bir yeri olmadı. Dibine kadar acı oldu. Ve ölüm hiç bu kadar cazip olmadı...

 Ve ölüm hiç bu kadar cazip olmadı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Gece TutulmasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin