Nazlı şaşkınca yürüdü odasına. Arkasından bakan Kuzey'in varlığını bilerek kapısını kapadı. Hızla aynanın önüne yürüdü, yüzü sapsarıydı. Sonra üzerindeki pembe geceliğe baktı, bu şekilde nasıl çıkabilmişti Kuzey'in karşısına. Hemen üzerine bir hırka giymek istedi, dolaptan çekip aldı. Kendine baktı, yırtmacı kapanmamıştı. Hızlı hareketlerle geceliği çıkartıp hemen bir eşofman giydi. Saçını atkuyruğu yapıp odadan çıktı. Kuzey merdivenlerin karşısındaki camdan dışarı bakıyordu. Ne demesi gerektiğini bilemedi birden. Konuşurken titriyordu. Bu korkudan mıydı bilemiyordu?
Nazlı: Kuzey...
Kuzey: Efendim, dedi elleri cebinde dönerek. Üzerindekilere baktı, Nazlı'da fark edip eşofmanlarına baktı. Gülümsedi.
Nazlı: Herhalde buraya göre giyinmem gerekecek. Çok soğuk, sürekli üşüyorum.
Kuzey: Kansızlıktan üşüyorsun, ilaçlarını kullanıyor musun sen? Kedime sormuyorum merak etme, dediğinde Nazlı güldü.
Nazlı: Ben içmesem de Dilek içiriyor bir şekilde. Eee yemeyecek misin?
Kuzey: Valla ben seni bekliyorum, dedi ellerini cebinden çıkarıp kollarını kaldırarak.
Nazlı: İyi, inelim o zaman, diyerek merdivene yöneldi. Bir ara başı döndü, tırabzanlara tutundu. Nazlı Kuzey'e belli etmemek istedi, Kuzey Nazlı'ya anladığını hissettirmemek. Öylece mutfağa gittiler...
Mutfağa girdiklerinde Nazlı usulca buzdolabı açtı, Kuzey ortadaki masanın kenarlarındaki yüksek taburelerden birine oturup beklemeye başladı. Nazlı usulca döndü, başını önüne eğerek:
Nazlı: Bitmiş herhalde...
Kuzey: Olsun yine yaparsın, dedi.
Nazlı: Şimdi mi?
Kuzey: Başka zaman, şimdi çok halsizsin.
Nazlı: Tamam, başka zaman, derken oyuna yarın devam ederiz dendiğinde gülen bir çocuğun ifadesi vardı yüzünde.
Kuzey: O zaman bir sandviçe ne dersin ama ben yapacağım.
Nazlı: Sen mi?
Kuzey: Yapamaz mıyım?
Nazlı: Yani sen...
Kuzey: Ben zengin çocuğuyum değil mi?
Nazlı: Ben öyle demek istemedim. Yani, derken başını önüne eğdi.
Kuzey: Sen zenginliği nasıl bir şey sandın, ne yapmaya çalıştın bilmiyorum ama bizler bildiğin Anadolu çocuğuyuz. Yeri geldiğinde ıstakoz yemesini biliriz elbet, yeri geldiğinde soğana yumruk vurmasını bildiğimiz gibi, diyerek oturduğu yerden kalktı. Buzdolabını açtı, iki dilim ekmeğin arasına birkaç parça nevale koydu hızlı hareketlerle, bir bardak portakal suyu hazırladı. Sonra Nazlı'ya uzattı; Burada mı yemek istersin, içeri de mi?
Nazlı: Sen yemeyecek misin?
Kuzey: Ben az önce elma yemiştim.
Nazlı: O zaman içeride yerim.
Kuzey: İçeri geçelim o zaman, dediğinde sakince takip etti Kuzey'i. Neler oluyordu kendisine anlamıyordu Nazlı. Ne yapması gerektiğini, ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Nurefşan hanımın sözlerine hatırladı " Güneşin yakıcı sıcağında, masmavi gökyüzün altında denizden çıktığımızda titreriz ya hani... Hani bir anda hafiften ama sert eser, kumlar gözümüz karışık çıplak bedenimize çarpar... Can yakar ama tenindeki ıslaklık kurur... Ve bir anda sıcağa karışır o rüzgâr yakmaya başlar tekrar alev alev... İşte Kuzey o poyraz gibidir, kuzeyden esen sert ama sıcak rüzgâr gibi..." . Titriyordu Nazlı, denizden çıkmış gibi titriyordu. Kafasında ki sorulara cevap arıyordu, bulamıyordu. Bir anda yakıyordu sözleriyle tüm tenini, üşüyordu. Sonra bir anda bir bakışıyla ısıtıyordu tüm vücudunu. Bu ne demekti anlamlandırmaya çalışıyordu. Nefes alıp veremiyordu bazen, ona bakarken. Sessizce yürüdü cam kenarına doğru. Sonra bağdaş kurup oturdu tekli koltuğa, usulca yemeye başladı elinde ki sandviçi. Kuzey bakmamaya çalıştı ona doğru. Bakarsa kendisini alamayacaktı biliyordu. Hafifçe ardına yaslandı, bacaklarını yana doğru uzatarak. Karısıydı işte neden sıkılıyordu ki... Karısı... Onun olmayan karısı... Gözlerini kapadı, buradaki varlığını kokusundan hissetmek istedi. İçine çekti kokusunu, o kokuyla da içi geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI AŞK...
RomanceADI AŞK... "Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; "Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kı...