2 ay sonra...
İstanbul'a döneli koskoca iki ay olmuştu işte. Bugün doğuma gidecekti Nazlı. O kadar ağırlaşmıştı ki artık oturup kalkarken bile sıkıntı çeker olmuştu. İki gündür Kuzey'de Moskova'da olunca sabahları yataktan kalkmak daha da zorluyordu.
Kuzey öğleden sonra gelecek, hastaneye de öyle gideceklerdi. Çok önceden kararlaştırmışlardı. Rusya' da Nazlı ile ilgilenen doktoru da beraberinde getiriyordu. Aslında son günlerinde karısını bırakmak istememiş ama kendisi gitmeden halledilemeyen bir sorun için yapacak başka da çaresi kalmamıştı.
Yataktan usulca kalkan Nazlı her sabah yaptığı gibi yine eskiden oturma ve çalışma odası olarak kullanılan, şimdi ise bebeklerin odasına çevrilen kısma geçmişti. Oğulları için mavilerle süslü beşiğin karşısına hala cinsiyetini öğrenemedikleri bebekleri için nil yeşili bir beşik hazırlatmışlardı. Madem kendisini göstermemek için bu kadar inat etmişti bebekleri, o zaman onlarda onun bu nazına uygun davranacaklardı.
Elini yine karnının üzerinde gezdirdi. Ne kadar büyüktü böyle... Kendi bile gülüyordu haline. Sık sık "Herhalde hiçbir zaman eski halime dönemeyeceğim" diye hayıflansa da içindeki çifte kıpırtı her geçen gün daha da heyecanlandırıyor, aldığı kiloları umursamaz oluyordu. Son günlerde ayakta kısacık kalmalar bile yoruyordu. Usulca ileriki günlerde lazım olacağı düşünülerek odaya konulan kanepeye oturmuştu. Tüllerdeki ayıcıklar, halılardaki balıklar, tavana yapıştırılmış yıldızlar ile öyle güzel gözüküyordu ki bu oda... Ne yazık ki bir müddet bebeklerini getiremeyecekti buraya. Doktoru bebekleri tehlikeye atmamak için yedi aylıkken alınmasına karar vermiş, kuvözde kalmaları gerektiğini de anlatmıştı. Tek duası sağlıklı olmalarıydı. Odalarına birkaç gün sonra da getirse olurdu yavrularını.
Tüm bu düşüncelerle yoğrulurken, Şimal'in sesi ile kapıya çevirdi bakışlarını;
Şimal: Sen yine mi buradasın?
Nazlı: Öyle sabırsızlanıyorum ki korkarım akşama kadar bekleyemeyeceğim.
Şimal: Ay daha neler, abim gelmeden doğuma gireceksin yani...
Nazlı: Oda beni bırakıp gitmeseydi, diye dudaklarını büktü küçük çocuklar gibi.
Şimal: Ne kadar zor gittiğini çok iyi biliyorsun, derken kanepenin yanına, yere oturdu.
Nazlı: Biliyorum, derken yanına oturup gözlerine yükleyemediği bir gülücükle kendisine bakan arkadaşının gözlerine kilitlendi; Yeniden ne zaman kıpır kıpır bakacak gözlerin...
Şimal: Nazlı...
Nazlı: İki aydır Nazlı deyip kapatıyorsun ağzımı. Abin geliyor, annen geliyor kaçıyorsun elimden. Ben bu halde olunca beşik almaya, zıbın almaya diye koşturmaktan helak oldun. Nurefşan anne beybabamla kahve içiyordur, abinde yok, daha da elimden kurtulamazsın Şimal.
Şimal: Off, diyerek arkadaşının dizlerine başını yasladı. Ağlamaktan ve düşünmekten yorgundu artık, sadece dinlenmek istiyordu burada. Yeğenleri kadar masum olmak istiyordu. Saçlarında arkadaşının elini hissettiğinde yana çevirdi bakışlarını.
Nazlı: Aradı mı bu sabahta Bora?
Şimal: Her sabah, her gece aradığı gibi...
Nazlı: Bu seni rahatsız mı ediyor?
Şimal: Yoo... Şaşırıyorum sadece, hala bu kadar sabırlı olduğu için. Aylardır hiç bıkmadan her sabah arayıp "Günaydın prensesim, bugün nasılsın?" diye sordu. Her gece " İyi geceler, melekler seninle olsun prenses" diyerek bitirdi günü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI AŞK...
RomanceADI AŞK... "Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; "Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kı...