Kapının önüne çıktığında derin derin nefes alıp veriyordu Güldem. "Burada kalamam." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Saat çok geç değildi daha. İnsanlar sokaklarda dolaşıyor, bahçelerinde ve balkonlarında çaylarını yudumluyorlardı. Serindi gece, hafiften rüzgâr vardı haziran ayında olmalarına rağmen. Güldem hızlandıkça insanlar ona bakıyor gibi geliyor biraz yavaşlıyor, sonra araba ile peşinden geleceklerini düşünüp tekrar hızlanıyordu. Yol boyunca Serdar'ın sesi kulaklarında çınladı. " Ama iyilikle ama kötülükle bu kız benim olacak." sözleri sadece ayaklarının hızını artırıyordu biraz daha. Bir müddet sonra kendini bir sürü meyhanenin olduğu bir sokakta buldu. Hafif kıvamına gelmeye başlayan adamların kahkahaları, müziğin ışıltısına karışmış, çınlıyordu sokakta. Bir lokantanın arka duvarına doğru yaslanıp nefesini yavaşlatmaya çalıştı. Gece serindi, karanlıktı, ürkütücüydü. Sokakta kalamazdı. Ama gidecek bir yeri de yoktu. "Ali Dağhan " dedi seslice. Önünden geçen adam kendisine seslenildi zannederek durakladı. Göz göze geldiler Güldem'le. " Pardon" dedi Güldem usulca.
- Hayrola küçük hanım yolunu mu kaybettin?
- Yok ben arkadaşımı bekliyorum.
- Beklediğin arkadaşın tipi belli mi? Hani ben olabilirim belki bir bak yakından istersen, diyerek birkaç adım yaklaştı Güldem'e. Adamın nefesini yüzünde hissettiği an sokağın arasında koşarak kaçmaya başladı Güldem. Karanlıkta kendini kaybettirdiğini düşününceye kadar koştu. En sonunda bir büfenin önünde durdu. Büfe sahibi kepenkleri kapatıyordu. Güldem yavaşça yanına yaklaşıp:
- İyi akşamlar. Kapatıyorsunuz biliyorum ama bir telefon edebilir miyim?
- Buyurun, dedi indirmek üzere olduğu son kepengi yukarı doğru geri salarak. İçeri girdi, kafasıyla Güldem'e onu takip etmesini söyleyerek. Telefonun yanına geldiler:
- Bunu kullanabilirsin.
- Teşekkür ederim, dedi tedirgince. Adamla büfede yalnızdı. Çok korkuyordu ama adamada belli etmek istemiyordu. Adam yanından üç beş adım ayrıldı. Güldem acele acele çantasını karıştırıp kartviziti buldu. Hemen telefonun numaralarını çevirmeye başladı titreyen parmaklarıyla.
- Çal... Lütfen kapalı olma, lütfen...
***
Simsiyah saçları, Ali Dağhan şapkasını çıkardığında omuzlarına dökülüvermişti. Zeytin karası gözlerinden inmek üzere olan damla, uzun kirpikleri arasında saklanmış, onlara tutunmuştu düşmemek için. " Gitmesen olmaz mı?" demişti gözlerini gözlerinden ayırmadan Jacklin, umutsuzca bir yakarış vardı sesinde sadece. "Konuşmayalım bunları, bırak sadece göl parlasın gözlerin gibi, rüzgar essin hafifçe nefesin gibi. Ama bırak biz bunları konuşmayalım olur mu?"
Ali Dağhan Yiğit'in sözlerinin etkisinde girmişti otel odasına. Yatamamış, camın önünde yıldızları seyrederken Jacklin'le Avelon Gölündeki son günlerini hatırlamıştı. Jacklin'in avuçlarının içine aldığı yüzünü, sert bakışlarını ve bir o kadar çocuksu olan üzgün, masum, bükülmüş dolgun dudaklarını hayal etti uzunca bir süre. "Hala Jacklin'in yasını mı tutuyorsun? " demişti Yiğit az önce. Tutuyor muyum diye sordu kendisine. Ben yas tutmak yerine annemle mücadele edebilirdim dedi. Aşk mücadele etmeye değer mi acaba dedi daha sonra gökyüzünden bakışlarını ayırarak.
Yatağına uzandı üstündekileri çıkarmadan. Öylece tavana dikti gözlerini. Bugün masumca yüzüne bakan bal rengi gözleri düşündü. Hala nasıl kabul ettim böyle bir şeyi diye düşünüyordu. Hoş Yiğit olmasa kabul eder miydi onu da bilmiyordu?
"- Ne yani hiç tanımadığım birini mi sokacağım koskoca Efeli ailesinin evine, hem de yenge bak bu torunun diye. Olmaz, hiç boşuna üsteleme Yiğit ", demişti masadan ayrılıp kenarda konuşurlarken. Güldem masada oturmuş büyük bir sükûnet içinde bu iki beyin yaptığı teklife verecekleri cevabı bekliyordu. Yiğit göz ucu ile onu işaret ederek:
- Koçum adamın asabını bozma sen değil miydin Allah'ım bir çare diye saçını başını yolan? Ya Allah adam yerine koyup sana çare yolluyor sen birde tenezzül etmiyorsun. Ben olsam onun yerine senin isteklerini hep kulak arkası ederim. Nasılsa memnun olmuyorsun.
- Yiğit saçmalıyorsun. Bu çok farklı.
- İyi o zaman git hayır de. Yarında Feraye sultana torunun seni görmek istemiyor dersin. Yok, öyle diyeceğine öldü dersin sen yanlış hatırlamıyorum değil mi?
- Ne yapmamı bekliyorsun kardeş sen söyle.
- Git şurada oturup ayağına gelen fırsata tamam de yeter. Böylece yengen huzur içinde göçsün bu dünyadan. Sonra da kızın eline tutuştur üç beş kuruş, al biletini, yolla gitsin.
- Olur mu dersin?
- Allah'ım aklıma sahip ol. Olur, koçum olur. Hadi yürü de kız vazgeçmeden sen git tamam de. "
Yatak dar gelmişti Ali Dağhan'a, kalktı banyoya yürüdü. Yüzünü yıkadı düşüncelerden kurtulmak için. Elini yüzünü kuruladı. Kafasını kaldırdığında aynada tamam diye cevap verirken Güldem'in gözlerindeki tedirginlik geliverdi gözlerinin önüne.
" Tamam, anlaştık. Gidelim o zaman" , dediğinde Saitabat Şelalesinin coşkun sesi vardı sadece ortamda. Ali Dağhan ve Güldem aynı anda bakışlarını şelalenin kendini aşağıya bıraktığı dar kanyona çevirmişlerdi. Yürekleri bu kanyon kadar dar, bakışları bu şelale kadar kıpır kıpırdı. Güldem başını sallayarak onay vermişti sadece.
"Başka bir renge çevrilmeyecek kadar güzel gözleri", dedi içindeki ses banyodan çıkıp tekrar camın önüne geldiğinde. Tekrar gökyüzüne baktı, "Senin kara gözlerini aratmayacak kadar güzel" dedi seslice ve aynı anda telefonun sesi ile irkildi. Biran yengesini düşündü. Komedine doğru ilerlerken "Hayır yenge, bu kadar yaklaşmışken, vicdanını rahatlatmak için bu kadar yakınlaşmışken lütfen gitme" dedi. Telefona uzandı tedirgince:
- Efendim.
- Ali Bey, ben Güldem.
- Hayrola bir problem mi var?
- Ben şu an eski garajın oralarda bir büfeden arıyorum sizi. Beni buradan alabilir misiniz?
- Tabii... Tabii ki alırım ama...
- Bekliyorum, geldiğinizde konuşuruz, demişti Ali Dağhan'ın neden sorusuna fırsat vermeden. Büfenin ismini verip telefonu kapatmıştı. Hemen büfe sahibine çantasından çıkardığı parayı uzatıp teşekkür etti. Büfeden çıkarken büfenin sahibinin sesi ile durakladı:
- Beraber bekleyelim Ali bey sizi almaya gelene kadar, dedi babacan bir gülümseyişle. Güldem'de başı ile onayladı. Zaten yapacak bir şeyi de yoktu. Sokak zaten en az burası kadar tehlikeliydi. Hemen bir köşede duran tabureye oturdu...
Ali Dağhan önce Yiğit'i uyandırmayı düşündü. Sonra arkadaşını uyandırmanın ne kadar zor olduğunu, sıkıntıda olmasa bu saatte Güldem'in yardım istemeyeceğini, bir an önce çıkması gerektiğini hesap etti o birkaç dakikalık zaman diliminde. Hemen anahtarları aldı ve odasından çıktı. Asansörlerin ikisi de doluydu. Hızlı adımlarla indi merdivenlerden, beklemek vakit kaybı diye geçirdi içinden. Araba'yı çalıştırdı. Bursa'ya zaman zaman Yiğit'le kafa dağıtmaya geldiklerinde giderlerdi eski garajın oralardaki meyhanelere. Sırf salaş bir yerde iki kadeh parlatmak istedikleri için o köhne yerlere girerlerdi. " Orada ne işin var" dedi kendisinin bile zor duyacağı bir sesle. Aynı merakla da hızlı bir şekilde o tarafa sürdü arabayı.
Güldem sessizce bekliyordu. Büfe sahibinin yan taraftaki çay ocağından getirdiği çayı alıp almamakta tereddüt etmiş, büfe sahibi " Benden sana kötülük gelmez. Koşmaktan benzin sararmış, şekerli bir çay iyi gelecek sana" dediğinde elleri titreyerek almıştı çayı. Nasıl tedirgin olmayacaktı. Hayatında tanıdığı erkekler hep kötülük etmişti ona. Önce Teoman, sonra Serdar... Hepsi dişiliğinle ilgilenmiş, kimse ne arkadaşça ne de kardeşçe ona yanaşmamıştı. Erkekler onun için hep kendisini korumak zorunda olduğu varlıklar olmuştu hayatında. Son yudumunu içtiğinde çayından, bardağını bırakırken tabağına bir el omzuna dokundu:
- Güldem, hadi kalk gidiyoruz...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuktaki Umutlarım
Aktuelle LiteraturBu hikaye için çok şey yazabilirim aslında... Herşeyden öte benim ufkum açıldı bu hikayeyi yazarken... İlk hikayem, ilk gözağrım... GÜLDEM... Hayatın darbesi ile yıkılmış, rüzgarı ile oradan oraya savrulmuş, yüzü güzel ruhu güzel bir kız... ALİ DAĞH...