Memduh Efendi Dağhan'ı yolun başında bekliyordu. Arabadan iner inmez yanına gitti. Güldem'de göl kenarında kurulan masaya doğru yürüdü. Sabah ki konuşmadan sonra yalnız kaldıklarında daha bir hızlı atar olmuştu yüreği. Hem sürekli yanında olsun istiyor, hem yüzüne bakarken utanıyordu.
- Hoş geldiniz. Her şey hazır hemen sofraya geçin Dağhan Bey.
- Önce yengeme bakayım, sonra Memduh Efendi.
- Uyuyor Feraye hanım, ben uyanınca size hemen haber veririm.
- Tamam o zaman, diyerek yanlarına gitti. Yaren yanına oturmuştu Güldem'in. Dağhan karşısına oturduğunda bir an akıp gitti gördüğü güzellik karşısında. "Neler oluyor bana" diyordu sürekli iç sesi. Yanından hiç gitmek istemiyor, her an gülen gözlerine bakmak istiyordu. Bir an gözlerini ayırdı, Yiğit'in sırtını sıvazlayarak;
- Hadi Yiğit, acıkmadın mı?
- Bilirsin kahvaltıyla pek işim yok, diyerek çakmağıyla oynuyordu. Aklı az önce Yaren ile konuşmadan birbirlerine gözleriyle anlattıklarındaydı. Olabilir miydi? Gözlerinde gördükleri ışıltı, nefesindeki kıpırtı sadece aklının ona oynadığı bir oyun muydu?
- Kardeş kahvaltıyla işin olması için önce bu saatte uyanabilmelisin. Saate bakar mısın? Daha yeni dokuza geliyor. Sen bu saatlerde ayakta olmazsın ki...
- Ben sabahları pek erken kalkamıyorum biliyorsun.
- Gece yarılarına kadar gezersen sabah kalkamazsın elbet, diyerek güldü. Bu sözlerle kardeşini nasıl tedirgin ettiğini bilemezdi.
- Genç adam, gezecek elbet, derken çocuksu bir kıskançlık vardı Yaren'in sesinde. Yiğit baktı gözlerine Yaren'in. Evet, evet yanılmıyordu? Şu an gözlerindeki buğuyu, sesindeki titremeyi, çocuksu kinayeyi farketmemesine imkan yoktu.Kendisini yeni yetme genç delikanlı gibi hissetti birden. Sonra ya Dağhan'da farkettiyse diye düşündü. Çok utandı, kendisine kızdı ama yine de gözlerine bakmaktan alamadı kendisini,
- Keşke eve erken gelmemi gerektirecek bir sebebim olsa, deyiverdi. Dağhan muzipçe eğilip arkadaşının yüzüne baktı,
- Yiğit senden mi duyuyorum bunları yoksa hala uyuyor muyum? Yani sabah gördüğüm bir rüya olabilir, hala uyuyorsam şaşırmam, dedi gözkırparak.
- Hoppala ne gördün ki sabahleyin, diye sorarken, meraktan çok muzipçe bir gülümseme vardı Yiğit'in yüzünde. Dağhan yüzündeki tebessümle önce güneşe baktı. Sonra Güldem'e çevirdi bakışlarını. O an ilk defa saklamak istemedi kendisini Güldem'e bakarken. Çekinmedi ne kardeşinden ne de arkadaşından.
- Parlayan güneşi...
***
Sabah şirketin kapısının önünde bekliyordu Feraye. Dün akşamüzeri vardiya bitimi çıkarken muhasebeden çağırılıp eline bir zarf tutuşturulmuştu. İçinde para olan bu zarfın ne olduğunu sorduğunda yarından itibaren şirketten ilişiğinin kesildiğini söylemişlerdi. Hemen Serdar Beyi görmek istemişti ama erken çıktığını söyledi sekreteri yüzünde alaycı bir tavırla. Herkes az çok biliyordu Feraye'nin patrona yaklaşma çabalarını. Çok sinirlenmişti Feraye ama hiçbir şey demeden çıkıp gitmişti evine.
Bugün mutlaka konuşmalıydı. Erken gelmişti, çünkü kapıda yakalamak istiyordu Serdar'ı. Bu kadar acımasız olamazdı. Bu adam için bir oyunun içine girmişti. Kendisini kullanılmış gibi hissediyordu. Aslında hissetmekten çok öyle olduğunu biliyor, Güldem'in sözlerini hatırlıyordu. "Kendini bu kadar küçük düşürme Feraye" deyişleri kulağında çınlıyordu. Güldem haklı çıktıkça onun ortadan kayboluşuna daha çok kızıyor, daha çok söyleniyordu. Günlerdir yoktu Güldem. Biliyordu gidecek bir yerinin olmadığını. Tamam, evinden bir cesaretle kaçan insan pekâlâ buradan da gidecek cesareti bulabilirdi. "Hele ki yaptıklarımdan sonra" dedi içinden. Ama sonuçta bunu Güldem için yapmıştı. Fena mı olurdu Serdar Bey gibi biriyle birkaç kez yemek yese? Ne kaybederdiki? Kendisi pek çok kez dans etmeye, bir şeyler içmeye gitmişti onunla. Bunda ne vardıki? Bu düşünceler içerisindeyken Serdar arabası ile geldi. Park etti her zamanki yerine. Arabasını kilitleyip şirkete doğru yürüdü. Sanki orada Feraye yokmuş, onu hiç tanımıyormuş gibi yanından geçti. Feraye daha da sinirlendi bu harekete. Koşarak gidip kolundan tutup durdurdu,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuktaki Umutlarım
Genel KurguBu hikaye için çok şey yazabilirim aslında... Herşeyden öte benim ufkum açıldı bu hikayeyi yazarken... İlk hikayem, ilk gözağrım... GÜLDEM... Hayatın darbesi ile yıkılmış, rüzgarı ile oradan oraya savrulmuş, yüzü güzel ruhu güzel bir kız... ALİ DAĞH...