14

8.5K 549 12
                                    

Sessizce sürüyordu arabayı Ali Dağhan. Sormaya çekiniyor, gece vakti seni sokaklara döken nedir diyemiyordu Güldem'e. Ama biliyordu işin ucunda Feraye olduğunu. Şaşkındı, başı beladaydı Güldem'in, bu aşikârdı. Ama neden kendisinden yardım istemişti. Belki de gerçekten söylediği gibi kimsesizdi. İçinde bir rahatsızlık hissetti, ona güvenmemiş olmanın, hala şüphe ile yaklaşıyor olmanın verdiği bir rahatsızlık.

- Karnın aç mı?

-  Hayır.

- Şelaleden gelince yemek yedin yani?

- Hayır.

- Öyleyse açsın.

- Hayır, sağolun, dedi. Aynı anda Ali Dağhan arabayı sağa çekip durdurdu.

- Bakın yengemi mutlu etmem için bana bir teklifte bulundunuz, her ne kadar içim rahat olmasa da başka çarem yok, kabul ettim. Gecenin bir vakti çağırdın soru sormadan geldim. Şimdi anladığım kadarıyla benim senin yardımına ihtiyacım olduğu kadar seninde bana ihtiyacın var, yanılıyor muyum?

- Hayır yanılmıyorsunuz.

- O zaman kartlarımızı açık oynayalım. Önce bundan sonra kuzenim olacağına göre aramızdaki şu hanım bey muhabbetine bir son verelim.

- Tamam Ali Bey.

- Ve asla bana Ali diye hitap etme. Ali dedemin ismidir ve bana sadece yengem Ali der. Ali Dağhan dersen sevinirim, anlaştık mı?

- Anlaştık, dedi bu sert tarzından biraz çekinerek. Hâlbuki omzunda Ali Dağhan'ın elini hissettiğinde gözlerinde bir sıcaklık görmüş, ona güvenebileceğini düşünmüştü. Şu an korkuyordu ama kabullenmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Sonra birden yumuşadı Ali Dağhan'ın sesi:

- Hadi şimdi gidip sıcak bir çorba içelim, sende bana kimden kaçtığını, neden böyle korkup sapsarı olduğunu anlat olur mu?

- Tamam, dedi tebessüm ederek. Biraz rahatlamıştı az önceye göre. Nasıl bu kadar iyi ve nasıl bu kadar sert olabiliyordu. Çok kararlı, kendine güvenen bir havası vardı ve insanı büyüsüne alan bakışları. Beyefendi tavırları insanı ne kadar rahatlatsa da Güldem hiçbir erkeğe güvenmemesi gerektiğini biliyordu. " Sonuçta sende bir erkeksin. Hepiniz aynısınız" dedi koltuğuna yaslandığında içindeki ses.

***

" Gittiğine inanamıyorum " diyordu Feraye. Evin içinde sürekli dolaşıyordu. Bir eli belinde, diğeri ile saçlarını tutarak döndü Serdar'a:

- Haydi kalk arayalım.

- Nerede?

- Nereden bileyim ben. Arayalım işte.

- Kızım gecenin bir vakti nereden bulayım ben onu.

- Ya kimsesi yok zaten, yani gidecek bir yeri de yok. Başına kötü bir şey gelmesinden korkuyorum.

- Feraye güldürme beni burada senin yanında kalınca iyi bir şey gelecekti başına değil mi?

- Bırak pis pis sırıtmayı. Seninle konuşurken duydu mutlaka.

- Yeter Feraye! Hep senin yavaş hareket etmen yüzünden oldu bunlar. Sana biraz elini çabuk tut demiştim.

- Elimden geleni yaptığımı biliyorsun.

- Demek fazlasını yapman gerekiyormuş, dedi ayağa kalkıp ona doğru dönerek. Yarın döner. Sende duyduğu bir şey varsa ona nabza göre şerbet verirsin nasılsa. Kuş olup uçacak hali yok ya, ben gidiyorum.

- Gitme istersen, dedi elini omzuna koyarak. Serdar, Feraye'nin omzundaki elini tutup aşağı indirirken sırıtarak:

- İyi akşamlar Feraye, dedi.

***

Küçük bir çorbacıda oturmuşlardı. Güldem çorba içerken Ali Dağhan bir çay istemişti. Öylece Güldem'i inceliyordu şimdi. Hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şeyle mukayese etmeden ona bakıyordu. İncecik titreyen parmaklarına, korkudan sararan küçük yüzüne, basit bir toka ile tutturduğu kıvır kıvır saçlarına ve en önemlisi bal rengi gözlerine bakıyordu hiç çekinmeden. Çorbasından son kaşığı ağzına götürüp tabağına bırakmış eliyle peçeteye uzanmış ama yetişememişti. Ali Dağhan bir tane peçete alıp uzatmıştı gülümseyerek:

-Teşekkür ederim Ali... Dağhan, dedi hemen toparlayarak. Elindeki peçeteyle ağzını temizlerken birden kendini karşısındaki gece karası gözlerin içinde buluverdi. Sessizce baktılar birbirlerine. Hiç konuşmadan, neredeyse hiç nefes almadan öylece baktılar. Bu sessizlikten önce Ali kurtardı kendisini:

- Sen de çay içer misin?

- İçerim.

- Bakar mısınız, dedi garsona, bir çay daha verir misiniz? Sonra tekrar Güldem'e bakarak, evet nereden başlayacaksın anlatmaya.

- Bilmem, yani neyi anlatmam gerektiğini bilmiyorum.

- Feraye ile neden berabersin, ailen nerede. Buradan başla istersen.

- Feraye ile işyerinde tanıştık bunu söylemiştim zaten. Annem ve babam öldüler. Ben teyzemlerle kalıyordum. Ayrılmam gerekti...

- Nerede yaşadığını bilmiyorlar anladığım kadarıyla.

- Eminim merakta etmiyorlar, dedi. Çayından son yudumu aldı daha sonra.

- Peki bu akşam neden kaçtın?

- Feraye, eve bizim patronu çağırmış. Benim hakkımda konuşurlarken duydum.

- Ne konuşuyorlardı?

- Anlatmak istemiyorum. En azından şimdilik, dedi gözlerini masadan kaldırıp Ali Dağhan'a bakarak. Fazla üstüne gitmenin onu sadece üzeceğini anlamıştı Ali Dağhan ve konuyu kapatmıştı şimdilik.

- Kalkalım mı?

- Nereye gideceğiz?

- Valla biz bu yolun bitiminde bir otelde kalıyoruz. Sana da bir oda ayarlarız şimdi, sabahta erkenden yola çıkarız.

- Otel odası mı?

- Benden ya da Yiğit'ten çekinme. Bize güvenebilirsin. Aaa bu arada size güvenmem dersen merak etme bende daha sana tamamen güveniyor değilim. Mesela sabah uyandığımda seni odanda bulamayabilirim. Kaçmayacağına nasıl güvenebilirim değil mi?

- Ben bir kere söz veririm, dedi.

Kalktılar, arabaya gittiler. Ali Dağhan hemen kilitlerini açtı arabanın, Güldem yabancı değilmişçesine öne oturdu. Aynı anda Ali Dağhan'da yerleşti yerine. Güldem'in son sözünden sonra konuşamamıştı Ali Dağhan. Nasıl bir kız bu diyordu içinden. Hem korkak, hem cesur, hem basit, hem asil... Çok farklı birisi diyordu. Sessizce ilerlediler araba ile. Saat gece yarısını geçmişti. Otelin önünde durdular. Önce Güldem indi, sonra Ali Dağhan. Hemen gelip arabanın anahtarlarını aldı kapıda duran görevlilerden biri. Araba aralarından gittiğinde Güldem başını havaya kaldırmıştı. Ali Dağhan yaklaştı yanına:

- Bu gece daha bir parlak değil mi?

- Evet.

-  Hep böyle kısa mıdır?

- Ne?

- Cevapların...

- Yıldızlar ne kadar uzaklar. Ben geceyi sevmem. Sabahlar güzeldir. Ufukta doğan her güneş yeni bir umudu beraberinde getirir.

- Gecede güzeldir Güldem, ama yıldızlardan dilek tutmak için umutların olması gerekir.

- Umut etmek güzeldir biliyor musun? Hayatımda hiç sahip olamadım, sürekli umut ettim. Sen umut etmek nedir biliyor musun?

- Sanırım öğreniyorum... 


Ufuktaki UmutlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin