6

11.9K 677 12
                                    

Güldem o odaya nasıl girmişti, Kahveyi nasıl bırakıp çıkmıştı bilmiyordu. Hiç hoşlanmamıştı bu adamdan, ne kendisinden ne de bakışlarından. Ama şu an yapabileceği hiç bir şey yoktu. Çalışmak zorundaydı, hem de çok çalışmalıydı. Dalgın dalgın yürürken atölyenin kapı ağzında bir kıza çarptı:

- Yavaş be kızım biraz dikkat etsene.

- Kusura bakmayın, dalmışım.

- Çok dalma kızım boğulursun sonra. Feraye benim ismim sen yeni misin burada?

- Evet dün başladım.

- Eee

- Ne?

- Yani bir ismin yok mu?

- He Güldem benim ismim.

- A ne kadar değişik bir isim anlamı ne?

- Gül mevsimi.

- Vay be çok güzelmiş...

- Senin isminde çok güzel, ay ışığı, diye konuşurken ustabaşının sesi ile ikisi de o tarafa baktılar:

- Feraye yine lak lak yapıyorsun. Kızım seni bir yerlerde konuşmadan, işinin başında bulursam ön dişimi kıracağım. Bari yenileri yoldan çıkarma. Hadi herkes işinin başına. He bu arada neydi senin adın, bana bir çay versene, der. Uzaklaşınca Feraye hemen eğilip usulca Güldem'e:

- Çay paydosunda yine sohbet ederiz olur mu? Ben şu cadalozu kızdırmadan gideyim işimin başına, diyerek omzuna vurmuştu Güldem'in.

***

Ali Dağhan elini tuttu yengesinin, usulca öptü. Kırış kırış olmuştu elleri de kırışan yüzü gibi. Gülerek baktı yüzüne yengesinin. Her bir kırışık yaşadığı yılların, derin acıların, mutlulukların izleriydi. Belki de son arzusuydu torununu görmek:

- Önce sen bir iyileş beraber buluruz Feraye'yi yengecim. Hem unuttun mu seninle Karadeniz turu yapacağız. Çok gezeceğiz seninle çok fıstık yengem benim.

- Ali... Sende bende benim artık son günlerimi yaşadığımı biliyoruz. Oynamayalım birbirimize.

- Yenge, diye lafa başlayacaktı ki Feraye Hanım elinle işaret ederek susturdu yeğenini:

- Ali... Hiç bir şey söyleme, yorma da beni sadece bana Feraye'yi bul.

- İyi de yenge nasıl bulayım? Senelerdir bir haber alamadık ki Melek Halamdan. Nerededir, nerede yaşarlar? En son kocası işyerinde geçirdiği kazada ölünce baba ocağına sığınmak için gelmiş halam kucağında bebekle, af dilemiş, ondada İlhan amca kovmuş. Sen anlattın. Şimdi nasıl bulabilirim ki ben onları. Bir ipucu olsa hadi iz süreyim.

- Bursa'da yaşıyorlar. Ali Dağhan çok şaşırmıştı. Dehşetle bakmıştı yengesinin yüzüne. Nasıl biliyordu yerlerini ve nasıl durmuştu bunca zamandır.

- Yenge, sen nereden biliyorsun?

- Dün öğrendim.

- Nasıl?

- Amcan öldüğünden beri Melek nerede onu arıyorum. Elbet öğrenmek ister diye düşündüm babasının öldüğünü ve artık belki...

- Gelir de görürüm dedin değil mi?

- Evet Ali, öyle düşünmüştüm.

- Gelmeyi kabul etmedi değil mi?

- Öyle değil Ali. Melek... Ölmüş...

***

Öğle paydosunda tek başına en köşedeki masada yemeğini yiyordu Güldem. Dalgındı, kendini kimsesiz garip hissediyordu ki tiz bir sesle irkildi:

- Dar boğazda kavga var bakıyorum

- Gel beraber yiyelim

- Ama sen ısmarlayacaksın, nasılsa Serdar peşin ödedi parasını yemekhaneye, diyerek kahkaha atmıştı.

- Serdar Bey yakının mı?

- Çokkkk... Kendisi tüm bıldırcınları yakinen tanımak ister.

- Nasıl yani.

- Şöyle yani mevsimimin taze gülü, adamda para gani, yakışıklılık dersen o biçim, valla benim o spor araba ile iki tur atmaya hiç itirazım olmaz, der. Saatine bakar: Ohooo bir sigara içimlik vaktim kalmış, gel terasta sigara içelim.

- Ben sigara içmem ki.

- O zaman sende dumanından faydalanırsın. Ya sende amma hanımsın, fazla konuşmazsın, sigara içmezsin. Allah bilir senin erkek arkadaşın falan da yoktur...

- Erkeklerden hiç hoşlanmam.

- Kızım onlarsız hayat olmaz. Bir kere çalışmamak için paralı, sonra sağa sola hava atmak için yakışıklı olmalı erkek.

- Bence adam gibi adam olmalı erkek.

- O dediğinden taze bitti mevsimin en taze ve en saf gülü

- O zaman onlarsız yaşamayı tercih ederim...

Ufuktaki UmutlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin