35

6.1K 441 9
                                    

Konuş Sevdiğim...

Deli gibi sürüyordu arabayı Dağhan. Telefonda duyduklarına inanamıyor hem de orada olacağını nasıl düşünemedim diye kendi kendini yiyordu... Oraya nasıl gitmiş olabilirdi? Ne düşünmüştü, nasıl bir sığınma isteğiyle kendini oraya atmıştı? Peki ya şimdi nereye gidecekti? "Bunları düşünecek zaman değil oğlum?" dedi iç sesi. "O çıkmadan yakalamalıyım" dedi Karahallı yol ayrımından dönerken. Köye giden yolda son gelişlerini hatırladı Dağhan. O gece'yi, sabahı... Dolunay'ı hatırladı yüzünde kocaman bir tebessümle. Ağaçlıklara gidişlerini, gölge oyunlarına bakışlarını anımsadı. "Dolun gibi bir seçimi yaşamaktan korkuyorum." demişti Güldem. Ama ondan bir seçim yapmasını istememişti ki, hep onunla olmak istediği anlamış olmalıydı. Kapıda titreyerek duruşu geldi gözlerinin önüne daha sonra. Bir kuş misali gelmişti ona, ürkek ve titreyen bir kuş gibi. O masalı defalarca anlatabilirdi Güldem'e, hiç ayırmadan gözlerini gözlerinden günlerce sabahlayabilirdi;

"- Bana böyle bakarsan uyuyamam ki.

-Yanımdayken gözlerimi kapayamam ki."

Silkelendi bir an, toparlaması gerekiyordu kendisini. Şu an ne ile karşılaşacağını bilemiyordu. Tek isteği çok geç olmadan yetişmekti. "Ah nenem, neden ilk geldiği gün haber vermezsin ki?" diye söylendiğinde çoktan Meryem nenenin bahçesinin önüne varmıştı. Arabayı frene sert basarak durdurdu. Hızla kapıyı açtı, inerken Güldem'de elinde çantası kapıya çıkmıştı. Dağhan arabanın, Güldem evin kapısının önünde öylece donup kalmıştı. Nasılda güzel, nasılda aşkla bakıyordu ona. Güldem onunla geçirdiği her anın tadına varmıştı. Tüm kötü hatıralarını onunla silmişti. Avucunun içine papatyadan zincirler bıraktığı akşama gitti bir an, "Seni bana getiren neden neyse o nedene çok teşekkür etmek istiyorum. Ve nefes almak için bana en büyük nedenimi sunduğun için. Sana beni her an hissedeceğin bir şey vermeyi istediğimde çok düşündüm. O kadar çok düşündüm ki... Ve bunu gördüğümde işte dedim. Senin gibi benden bir neden..." demişti Ali... Hala inanamıyordu kapısında heyecanla beklediği anı. Aklı oyunlar oynuyor, o gecekinden daha farklı çarpıyordu şu an kalbi.

Zamanda durmuştu onlarla birlikte. İki genç birbirlerinden gidemiyor, birbirlerine yürüyemiyordu. Ne yapmaları gerekiyordu. Koşup sarılmalılar mıydı birbirlerine, yoksa delicesine kaçmalılar mıydı? İki gencin uzun uzun bakışlarını ve sessizliğini Meryem nenenin sesi bozmuştu:

- Hoş geldin oğul, dedi ikisine de bakarak.

İkisi de neden diye bakıyorlardı Meryem Nene'ye. Dağhan neden geç haber verdin diye, Güldem neden şimdi tam da giderken çağırdın diye... İkisinin içinde de kopan fırtınayı anlayacak kadar eski topraktı bu kadın:

-Yeterin gari, ikinizde çok oldunuz. Gonuşceksiniz..., dedi otoriter bir tavırla. Sonra daha yumuşak, daha öğüt veren bir tavır takınarak devam etti:

- Gonuşceksiniz ki yükünüz yere yığılsın. Feraye Hanımın yüzünü güldüreceklermiş, dedi ikisine de alaycı bir bakış atarak. Sonra sözlerine devam etti:

- Kendi başını deremeyen gelin başı derermiş. Girin içeri bakem, gonuşun gari. Neyse kozunuz payedin sonra ne etceyseniz edin. Bakın bakem bana, dünya iki kulplu bir kazan gibidir. Erkek bir kulpundan tutar, kadın bir kulpundan tutar böylece taşırlar bu kazanı... Eğer ikisinden biri kulpları ya da kulpun birini bırakırsa o evde huzur olmaz. Siz daha kazanın kulpunu tutmaya karar verirken cıvıdınız, nolcek sizin sonunuz deyin hele bakem bana. Ali, kime deyyom ben hergele, diye elini kaldırıp seslendi. Onu yüreklendirmek isteyen bir hali vardı sözlerinde. Aynı şekilde de devam etti: Bak öle dikiliyo sırım gibi anlacımda, dedi ona doğru ilerlemeye yeltenirken. Sonra birden geri döndü. Güldem'e baktı şefkatle: Bak daha bugün düştü alnının alafı. Gir içeri bakem sen, dedi. Güldem hafifçe gülümsedi. Dağhan'a baktı. Sonra Meryem neneye döndürdü bakışlarını tekrar.

Ufuktaki UmutlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin