18

8.4K 513 19
                                        

Kamelyaya giden uzun patika yol İlhan Beyin zamanındaki gibi yine çok bakımlıydı. Etraf hercailerin çeşit çeşit rengi ile doluydu. İlhan bey çiçekleri bile büyük bir intizamla sıralardı. Renk uyumlarına, birbirleri arasındaki mesafeye dikkat ettirirdi. Hayatı hep hesaplıydı İlhan beyin, her şeyi ölçülüydü. Sevgisi, saygısı, iş hayatı... Hep düşünüp taşınıp öyle yaşardı. Dağhan yol boyunca yürürken, küçükken hep annesinin elinden kaçıp buraya doğru koşturduğu, Memduh efendinin "Aman deyim paşam, gözceğizini severim basma kasımpatılara" diye çırpınışını düşündü. Yüzüne yerleşen tebessümle beraber girdi kamelyaya,

- Merhaba, dediğinde Güldem göle doğru dalgın bakışından sıyrıldı,

- Hoş geldiniz, dedi sesi titreyerek. Neden gördüğünde heyecanlanıyordu. Bir türlü anlam veremiyordu bu haline.

- Hala sizli bizli miyiz?

- İnsan her şeye çabuk alışamıyor, derken bakışlarını kaçırdı. Bir kaç günde öyle hızlı değişmişti ki hayatı alışabilmesi çok zordu. Hele ki hayatının son bir kaç yılı sürekli itelenmekle geçince birileri tarafından el üstünde tutulmak hemen alışabileceği bir şey değildi.

- Bence hiçte öyle değil. Yani en azından yengem sana alıştı galiba, yanındaydım az önce, yüzü gülüyordu.

- O çok iyi birisi, gülmeyi hak ediyor.

- Sende gülümsemeyi hak ediyorsun, dediğinde ne Güldem çekebildi bakışlarını, ne de Ali Dağhan.

***

"Hoş geldin" derken gözleri Faruk'un yanında Dağhan'ı aramıştı İclal'in. Aslında bu kadar erken gelmezdi Dağhan eve. Hoş İclal bu akşam geleceğinden bile şüpheleniyordu ya oğlunun. Yine de kendi kendisine bile itiraf etmek istemiyordu bu evde artık sözünün geçmediğini. Zaten Faruk da İclal'in selamını alırken merdivenlerden inen Yaren'in sesi ile coşmuştu ortalık.

- Babaların en yakışıklısı, en karizmatik olanı gelmiş, diyerek atladı boynuna.

- Birilerinden hala iltifat duymak çok güzel, demişti kızının saçlarını koklarken, bir yandan da göz ucu ile İclal'e bakarak.

- Sana bunları söylemeyenler düşünsün. Benimle şöyle bir Arasta Çarşısı'nda yürü de havam olsun olur mu?

- Hava atmak için bana ihtiyacın yok küçük hanım, sen zaten yeterince güzelsin, diyerek kızının alnına bir öpücük kondurdu. Sonra İclal'e döndü; İclal akşam yemeğe misafirimiz var.

- Bu akşam Yaren geldi Faruk, birini çağırmak zorunda mıydın?

- Yabancı değil, meraklanma. Ali Dağhan'a gelirken Feraye'yi de getirmesini söyledim.

- Yaşasın, meraktan ölüyordum, harikasın babacım. Hemen gidip üzerimi değiştireyim, diyerek koşar adım çıktı merdivenleri Yaren. Karı koca yalnız kalmışlardı.

- Sürprizleri sevmediğimi bilirsin Faruk, neden haber vermedin?

- Haber versem sanki olur mu diyecektin İclal?

- En azından bir telefon açıp söyleyebilirdin bana, dediğinde ikisi de yeterince gergindi. Faruk bazen karısının sabrını ne kadar zorladığını , kendinin ne kadar dayanabildiğini düşünürdü. Son günlerde genelde sürekli birbirlerine cevaplar veriyorlar, sonu hep kavga ile bitiyordu sohbetlerin.

- Kendi evime yeğenimi çağırmak için izin almak zorunda olduğumu zannetmiyorum, diyerek çalışma odasına doğru yürüdü. İclal ardından bakarken yumruklarını sıkıyordu farkında olmadan. Faruk'un bu vurdumduymazlığı, boşvermişliği sinirlerini bozuyordu. Biliyordu, herşeyin, tüm bu olanların tek bir sebebi vardı. Sevmiyordu Feraye Hanım'ı, sevmeyecektide... İşte yine ailelerinin içine dalmışdı ortaya çıkan yeni torun ile birlikte. İclal hırsından topuğunu yere vurarak;

Ufuktaki UmutlarımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin