28

4.1K 218 17
                                    

Ailelerimize  ne kadar değer veriyoruz? Ya da vermemiz gereken değerin kaçta kaçını veriyoruz? Bence çok az değer veriyoruz. Onları sevdiğimizi daha çok hissettirmeliyiz. Bu, kısa bir mesajla, bir dakikalık bir telefon konuşmasıyla mümkünken bize neden bu kadar zor geliyor? Halbuki onlar bizi koşulsuz şartsız seven insanların en başında gelmiyor mu?

Lisedeyken sık sık olmasada arada bir annemle kavga ettiğim için şu anda çok pişmanım. Allah'ım sen affet. Lisedeyken her kavgamızda özür dileyen ben olurdum. Çünkü annem bana bağırır çağırır sonra da benle konuşmaz, yüzüme bile bakmazdı. Şimdiyse elimden geldiğince onları unutmamaya, gönüllerini hoş tutmaya çalışıyorum.

Ben bunları aklımdan geçirirken Buğlem telaşlı telaşlı odada dört dönüyordu. Çünkü birazdan evden çıkıp İstanbul'a doğru yola koyulacaktık. Tabii ki oraya gidince de Buğlem şu isteme olayını annesine söyleyecekti. Akış'la konuşup anlaşmış haftaya da isteme olacaktı. Kendi eşyalarım bitince valizimin fermuarını çekip doğruldum. Buğlem'in yanına gidip onu yatağa oturttum ve onun valizini de hazırlamaya başladım. Çünkü ona bırakırsam geç kalacağız.

Onu oturttum oturtmasına ama bu sefer de konuşmaya başladı. Hem de sonsuz bir konuşmaya.

"Asel, ya babam çok tepki gösterirse? Ya 'kızım ben sana güveniyordum niye böyle bir şey yaptın?' falan derse? Daha kötüsü ya üzülür kalp krizi geçirirse? Ne yaparım ben? Yok yok ben vazgeçtim. Akış'a evlenmek istemediğimi söyleyeyim ve yüzüğü de-" sonunda benim bağırmamla susabilmişti. Yanına gittim ve "Buğlem konuşmaya gidiyoruz. Bu kadar evham yapma. Bak bundan sonra sana pimpirik derim." dediğimde, sinirleri bozulmuş olsa gerek, gülmeye başladı. Sonunda sustu ve "Saçmaladım değil mi?" diye sorunca kafamı salladım.

"Hadi valizini hazırladım. Gidelim artık."

"Asel, sen bi' tanesin!"

"Yalaka!" dedim ve gülerek evden çıkıp önceden çağırdığımız taksiye bindik ve şehirlerarası otogara geldik. Henüz otobüsümüz gelmediği için beklemeye başladık.

Aslında Akış da gidiyordu İstanbul'a ancak Buğlem onla gitmek yerine hep benimle gelirdi. Beni yalnız bırakmamak için. Vefalı arkadaşım benim.

Kulaklığımı çıkardım ve çok sevdiğim ilahilerden biri olan Maher Zain- Ya Nabi Salam Alayka ilahisini açtım. Tam gözlerimi kapatmış huzur içinde ilahinin başlamasını beklerken birden sallanmaya başladım. Ne oluyor lan? Yoksa deprem mi oluyor!?

Hemen yerimden fırladım. Sonra baktım ki... Deprem olmuyormuş. Oturduğumuz bankı Buğlem sallıyormuş. Tabii ben aniden yerimden fırlayınca insanların garip bakışlarına maruz kalmadım değil. Buğlem de bu insanların içinde. Kızımız hem suçlu hem güçlü. İnsanlara gülümseyip hiçbir şey yok imajı vermeye çalışarak yerime oturdum.

"Kızım ne sallıyorsun bankı?"

"Sahi sen niye fırladın ayağa?"

"Kulağımda kulaklık vardı. Yani ses duymuyordum. O yüzden sallanınca deprem oluyor sandım." Buğlem hanım(?) daha cümlemin yarısında gülmeye başlamıştı. O gülerken otobüsümüzün perona geldiği duyurusu yapıldı. Onu orda bırakıp yürümeye başladım. Tabii o da arkamdan bağırmaya...

"Asel, beklesene! Dur ya!.." bağıra bağıra bana yetişti. Beraber valizlerimizi bagaja koyduk ve otobüste yerimize geçtik.

Otobüsün hareket etmesine birkaç dakika kala abimi, ardından da babamı aradım. İkisine de ayrı ayrı rapor veriyordum. Sanırım bu elli yaşıma da gelsem devam edecekti.

Beni babam alacaktı; çünkü Özüm hanım biraz nazlı çıktı ve babasını bırakmıyor. Zavallı abim de neredeyse işe de götürecek çocuğu. Gerçekten kız çocukla baba arasında çok farklı bir bağ var. Bunu insan yaşarken çok farketmiyor ama dışarıdan bakıldığında müthiş bir şey. Mesela geçen gün Özge abimle Özüm'ün gizlice çektiği bir kaç resmini attı. Birinde Özüm abimin sakallarını çekiştirirken abim yüzünü buruşturmuş ama gülümsüyor; diğerinde ise abim Özümü gözlerinden öpüyor. Gel de kıskanma.

Benim KararımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin