Kırmızı bir kapı görüyorum,
Onu siyaha boyamak istiyorum.
The Rolling Stones- Paint It Black
KÖ6
Gün ışığı gözüme girerken hızla yerimden sıçrayarak uyandım. Yayım parmaklarımın arasında sıkıca duruyordu ve yattığım gibi uyanmıştım. Gözüme giren çapakları elimin tersiyle silmeye çalışırken kalbim deli gibi atarken, gözlerim odanın içinde deli gibi dolaşıyordu.
Alexander'ın evindeydim.
Hayattaydım.
Bu ikisi yan yana normal cümleler gibi durabilirdi ama hayatta kalmak son derece zordu. Dün gece şöminede yanan ateş çoktan sönmüş ve küllerini şöminenin içine gri bir şekilde yaymıştı. Koyu renk koltuklar düzgünce sıralanmıştı. Tavandan sarkan temiz ve parlak duran avize görkemli ve heybetli duruyordu. Herşey o kadar düzenli ve temiz duruyordu ki, görkemli salondaki en özensiz ve pis şey sadece bendim. Dünkü uzun yürüyüşüm ve vampirle olan savaşımdan zarafetle ayrılamamıştım.
Odanın içine yayılan güzel kokuları hissettiğimde burnum ve midem aniden ayılıverdi. Karışmış saçlarım ve bakımsız halimle botlarımı ayağıma geçirdim. Yayımı elimde sıkı sıkı tutarak salonun kapısına doğru yürüdüm. Botlarım yerdeki tüylü kumaştan ötürü ses çıkarmıyordu. Cızırtılı sesler duyduğum sırada evin içinde mutfağa doğru girmiştim.
Mutfağın kapısından içeri kafamı uzattığım sırada Alexander'in çıplak sırtı ile bakışlarımın karşılaşması bir oldu. Arkası dönüktü, altında siyah bir eşofman altı vardı. İlginç bir şekilde pürüzsüz görünen tenindeki tek dikkat çeken şey kürek kemiklerinin ortasındaki dövmeydi. Kaşlarımı çatarak mutfağın kapısında kaldım. Bir şey söylemek istiyordum ama ağzımı açmamayı seçtim. Saçları dağınık ve karışık görünüyordu. Geniş omuzları, formda vücudu, aşırı beyazlığı konusunda fikir yürütmeye çalışırken, "Daha ne kadar orada dikileceksin?"diye sordu, arkasını bile dönmemişti, orada olduğumu en başından beri biliyordu. O elindeki metal şeyin içinden masaya bir şeyler boşaltırken bana döndü.
Kahvaltı hazırlıyordu.
Elimde yayım ve pis halimle kendimi o kadar rahatsız hissediyordum ki yüzüme yanmış olmalıydı. Ben mutfağın ortasına doğru yürüyüp masanın üzerine baktığım zaman bu zamana kadar gördüğüm en güzel kahvaltıyla bakışmakta olduğumu fark ettim. Düzgün, temiz ve lezzetli duruyordu. Yüksek sandalyeye hızlıca yerleşip çatala uzandığı zaman bana sorarcasına baktı. Beyaz teni, sivri çenesi ve enfes yüzü yüzüme doğru kalktı.
"Otursana."
Çekinerek gözlerimi kaldırdım ve siyah gözlerine boş boş baktım. "Öldürmekle ilgili tehtit yok mu?"
Gülümsedi. Demek istediğim, normal bir insanın sıradan bir gülümsemesi gibi değil. Alexander'in gülümsediğini, gerçek manada gülümsediğini ilk defa görüyordum. Beyaz düzgün dişleri etli dudakları arasından görününce, yüzü resmen kutsanmış bir mabede ve ibadet edip yaratıcıya inanmak için bir sebebe dönüştü. Uzun kirpikleri arasındaki siyah gözleri, gözlerinin etrafındaki beyaz hare kapanıp açıldı. "Ye, kuzgun."
Uzun sandalyeye tırmandım ve elimdeki yayı masaya dayanıp dengede durabilecek şekilde bıraktıktan sonra çatala uzandım. Ellerim kirli ve koyu renk duruyordu. Durup ellerime baktıktan sonra yavaşça omuz silkip tabaktakileri hızla mideme indirdim. Alexander'in ne yaptığı o an umurumda değildi. Bana bakması, beni izlemesi, hatta beni o an öldürmesi bile umurumda değildi çünkü o kadar acıkmıştım ki yemezsem zaten ölecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNU ÖLDÜR
FantezieAşk bir sera çiçeği değildir, Yabanidir; Islak bir geceden, Güneşli bir saatte doğmuştur, Vahşi bir tohumdan çıkmış, Vahşi bir rüzgarla esilip yola savrulmuştur. Bazen kötü kızlar, kötü çocuklara aşık olur. Bir kitabın ölüleri diri...