KÖ10
"Alexander,"diye mırıldandı bir nefes rüyamın içine doğru. Soğuk ellerini bilincimin en uç kıvrımlarında dolandırmaya başladı. "Alexander Edward Gray,bir iblisin kanını taşıyorsun." Mırıltı zihnimin uzuvlarında dolanırken iç geçirdi. Rüyamın karanlığında sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Soğuk kristaller yakıcı bir şekilde tenime bastırılmış gibi irkildim. Karanlığın buğulu güzelliğini bana sunuyorlardı. Beni istiyorlardı. Onları istediğimi biliyordum. Onlarla daha mutlu olacağımı biliyordum. Zihnim kendi kendine,arzuladığı şeye yönelirken içimdeki,çocukluğumdan kalma,minik bir iyilik kırıntısı bana kim olduğumu ve neden böyle bir şey yapamayacağımı anlattı.
Minik bir kelebek.
Koyu sisin içinde duran bedene baktım. Selületi beni çağırıyordu. Çıplak olduğunu görebiliyordum. Karanlığın beden bulmuş bu hali,beni yanına almak için elinden geleni yapacaktı. "Alexander,"diye mırıldandı tekrar. Soğuk gözlerinde,tek bir beyaz göremedim. Tamamen siyahlardı. Yakıcı bir şekilde kızgın iplerini bana uzattı. "Çok kötüsün."dedi sanki dünya üstündeki en güzel iltifatmış gibi. İpler hevesle bana uzanırken gözlerimi açtım.
Yola çıktığımızdan beri sadece iki hafta geçmişti ama gideceğimiz yer henüz kesin değildi. Yürüyor ve geziyorduk. Yol üzerindeki şehirlerde yaşayan insanların kanıyla parti verdiğimiz de oluyordu. Camilla pervasız, Satan mutlu, Ciara ise sessizdi. Genellikle o koca yeşil gözlerini üzerime dikip var olduğum şeyi bana hatırlatıyordu. Bir iblis, bir usta, bir şeytan.
Yattığım yerden kalkmadan içinde olduğumuz evin bin kilometre çapında yaşayan canlı olmadığını hissedebiliyordum. Havadaki nem oranını, rüzgarı hızını, yerin altındaki magmanın sıcaklığını ve dışarıda kaç böcek olduğunu. Harabe evin içinde eskiden yaşayan insanların eşyaları ile bir süre burada kalacağımız anlaşılmıştı. İlerleyebilirdik ancak ölü cadıların ve iz sürücülerin çoğalması işlerin ciddileştiği anlamına geliyordu.
Karanlık, gölgesini istiyordu.
Beni aldıkları zaman nefes almama izin vermeyeceklerdi.
Avuç içlerimi kaldırıp ten rengimin matlaşmasına, kaslarımın şişkinleşmesine ve değişimlerimdeki hıza gözlerimi kıstım. Değişiyordum. Ciara değiştiğinin farkında değildi.
Karanlık odanın köşelerine sinmişti ve ayağa kalkışımla birlikte hafifçe dalgalanıp köşelere daha da sindiler. Benden korktuklarını hissetmeyi seviyordum. Herkes benden korkuyordu. Yaşayan yada yaşamayan, ölü yada diri herkes... Sahip olduğum gücü biliyordum. Bildiklerini de biliyordum.
Odanın kapısını dokunmadan açtım, gölge gibi ilerleyip ahşap parkelerin üzerinde halıya ilerledim. Halının tüylü yapısı parmaklarımı sararken gözlerim Ciara'nın uyuduğu odaya kaydı. Kapısı kapalı olmasına rağmen, üzerine koyu yeşil yıpranmış ama yumuşak bir örtü örttüğünü, derin bir uykuda olduğunu biliyordum. Kalbi derin nefesleri sonucu sakin ve düzenli bir ritimle atıyordu. O an için ne Camilla ne de cadılar umurumda değildi.
Odanın kapısı sessizce açıldı ve ay ışığının penceresiz camdan girdiği odaya girdim. Kapı arkamdan kapanırken koltuğun minderlerinden birleştirilerek oluşturulmuş sözde yatakta yatan Ciara'yı gördüm. Asla yokluktan yakınan bir kız olmamıştı. Geçtiğimiz şehirlerde, yediğimiz yemeklerde, öldürdüğümüz insanlarda asla tek kelime etmemişti. Özümü biliyordu. Özüme kadar görebiliyordu.
Sarı saçları odanın içindeki tek parlak şeydi. Tek dikkatimi çeken renk oydu. Gözlerini açsa, saçlarını ikinci plana atabilirdim ama o zaman bile haksızlık etmiş olurdum. Saçları kıvırıp başının altına sıkıştırdığı kolunun üzerine dağılmıştı. Uzun parlak saçlarının güzelliğine gözlerimi dikip ayakta dikeldim. Güzeldi, şüphesiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNU ÖLDÜR
FantasíaAşk bir sera çiçeği değildir, Yabanidir; Islak bir geceden, Güneşli bir saatte doğmuştur, Vahşi bir tohumdan çıkmış, Vahşi bir rüzgarla esilip yola savrulmuştur. Bazen kötü kızlar, kötü çocuklara aşık olur. Bir kitabın ölüleri diri...