KÖ5
Hiç başınızı sağdan sola doğru çevirirken hızlıca geçen gölgeleri fark ettiniz mi? Orada olup olmadıklarını kontrol etmek için kafamızı her çevirdiğimizde, orada olmadıklarını görürüz. Halbu ki, orada olmamalarını istediğimiz için orada değillerdir. Ya orada olmalarını istersek? Başınızı çevirirken gerçekten orada olmaları durumunda ne yapacağımızı hiç düşündünüz mü? Şekli şemali olmayan gölgelerin arasında size bakan bir çift göz... Köşelere sinmiş karanlığın beden bulmuş hali. Korkularınıza sızan, gece yatağınızın altında bekleyenlerden biri... Alexander aynı ışıksız bir gökyüzündeki en karanlık nokta gibiydi. Gölgenin en koyu tonu, en siyah, en korkunç olandı.
Birlikte ormanlığın sonunai şehrin başlangıcına yürüdük. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve tanrı aşkına, alacakaranlığın gördüğü en güzel şeydi. Karanlık varlığı ile gün ışığını kaçırıyor ve yasak olan herşeye meydan okuyordu. Doğa onun geçtiği yerlerde ona itaat ediyor ve eğilip bükülüyordu. Yaptığı şey, ondan kaçarken ona sığınmak gibiydi. Doğa onun zehrinden kaçarken ona doğru çekiliyordu. Varlığına saygı duyuyordu. Benimsemişti. Batan güneşin turuncu kızıllığı onun kana yer olmayan yüzüne vuruyordu ve o karanlık tonlara ev sahipliği yapan saçlarına kızıl umutlar düşürüyordu. Kahverengi saçlarına vuran kızıl tutamları izlerken dikkatim şehre kaydı. Şehir aynı benim içinde yaşadığım şehre benziyordu ama bir şekilde daha düzenli ve dağılmamıştı. Masalar ve sandalyeler yerli yerinde, sokaklar temiz ve binalar sağlamdı.
İnsanların dünya üzerinde daha çok olduğu zamanlara ait bir anı gibiydi. Yürürken bacaklarım yorgunluktan ölmek üzereydi ama yine de kapanmak üzere olan göz kapaklarıma direnip etrafı inceledim. Alexander yürüdükçe ortam daha da karardı ve şehre gece çökerken Alexander durdu.
O durduğu zaman bende durdum ve sırt çantamı yan tarafa, ayaklarımın dibine bıraktım. Rüzgar usulca eserken anlayamadığım fısıltılar etrafımı sarıp rüzgar misali dolandı. Alexander ellerini iki yana açtı ve gözlerini kapattı. Beyaz teni gecede ışıldarken göz kapaklarının ölü gibi kıpırdamadığını gördüm. Dudakları hafifçe aralandı.
"Tatu kuuawa."
Rüzgar etrafında dolanıp onu kutsarken, fısıltılar çığlığa dönüşüp rüzgarla birlikte dağıldılar. Çığlıkların ölümü tüylerimi diken diken ederken hafifçe sıçradım ve ellerimi kollarıma sarıp titredim. Rüzgar durur, ortam sessizleşirken Alexander bana döndü. Gözlerinin karanlığı her zaman ki gibi yerindeydi. Ama gözlerinin etrafındaki beyaz hare, onu şimdiye kadar tanıdığım bütün iblislerden farklı kılıyordu.
"O neydi?"diye sordum gözlerimi gözlerine takarken.
Koyu renk saçlarının tek bir teli bile mükemmelliyetini bozacak bir simetriyle düşmemişti şekilli yüzüne. Gülümsemeye yer olmayan yüzünde tek bir mimik oynamadan, "İblislerin dili, günah dili."dedi cansız sesiyle. "Gel, yaklaş."
Çantamı omuzuma atıp ona doğru yaklaşırken göz bebekleri üzerimdeydi. Beyaz teninin üzerine yerleştirilen uzuvları o kadar orantılıydı ki ona her baktığımda inanamıyordum. Ayakkabılarım zeminde ilerlerken çatırtılar kulaklarımı tırmaladı. Gece sessizdi, uzun zamandır bu kadar sessiz olduğunu görmemiştim. Yaklaştığımda uzun paltosundan yayılan misk kokusu ciğerlerimi doldurdu. O sihirli, karanlık koku bana nedense ormanı anımsatmıştı. Ormanın içinde dolanır gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNU ÖLDÜR
FantastikAşk bir sera çiçeği değildir, Yabanidir; Islak bir geceden, Güneşli bir saatte doğmuştur, Vahşi bir tohumdan çıkmış, Vahşi bir rüzgarla esilip yola savrulmuştur. Bazen kötü kızlar, kötü çocuklara aşık olur. Bir kitabın ölüleri diri...