KÖ23
Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir.
Aldous Huxley
Gökyüzünden kirli yer küreye inen saf kar taneleri tüm saflığıyla kutsuyordu yer yüzünü. Böyle zamanlarda bir annem olsa,kirli ruhumun üzerine yağan saf bir kadın olurdu diye düşünürüm. Kana karışarak günaha doğuşumun hemen ardından kayan bir yıldız gibiydi kendisi. Son kez parlayıp sönen,canını canı için veren bir kadın. Ağabeyimin anlattığına göre yüzüm anneme benziyormuş, kar rengi bir ten; tanrının ormanı koruması için görevlendirdiği Feronia*'nın bile kıskandığı orman yeşili gözler.
Burnumun üzerine düşen karı hafifçe silip parmağımı yalarken, Uly'in hiç yalan söyleyip söylemediğini yargılamadığımı düşündüm. Annemi muhtemelen doğru düzgün hatırlamıyordu bile;küçük kumral bir oğlan çocuğu bana babama benzemediğime dair yeminler ederken ona inanmam o kadar komikti ki kendi kendime hafifçe gülümsedim. Ağabeyimi görmeyeli uzun zaman olmuştu,belki benden nefret ediyor bile olabilirdi;babama çok benzemiş bir adama dönüşmüş dahil olabilirdi.
Ailem kimse olmadığı için,fikir yürütmesi zor oluyordu.
Kar tanelerini izlerken gri bulutlardan yağan karın nasıl bu kadar lekesiz olabileceğini merak ettim. Bu denli gri bulutlardan bu kadar saf bir şey çıkabildiğine göre,belki benim gibi boka batmış birinden de iyi bir şeyler çıkabilirdi. Alexander'in bir kez bana 'eğer bu kalbe girebildiysem,belki de canavar değilimdir.' demesini anımsadım;yüzündeki o acı çeken gülümsemeyi. Aynı gülümsemeyi onu bıçaklamadan hemen önce de görmemiş miydim? Kara uzandığım yerden kirpiklerime takılan karları düşürmemek için gözlerimi kırpmıyordum bile. Alexander'i anınca hissetiğim acı o kadar yoğundu ki, buradan asla kıpırdamadan yavaşça karın üzerimi örteceğine izin vermeyi düşündüm.
Kalbim atıyordu,ancak yaşamıyordum.
Yaşıyordum, lakin hissedemiyordum.
Hissediyordum ama uyuşuktum.
Uyuşuktum ama uyuyamıyordum.
Uyuyordum, ama rüya göremiyordum.
Rüya görüyordum ama bunlar sadece kendi yarattıklarımdı;sanrılarımdı.
Bakıyordum,ama ne yazık ki göremiyordum.
Gözün görevi görmek değil,gerçeği görmek olduğunu söyleyen Adem aklıma geldi. Gerçeği gören gözün başka hiç birşeyi görmesine gerek yoktu. Yedikule kahininin yegane gözüne de bu şekilde bir perde inmişti. Ama kör olmasına rağmen hiç Bir şey görmüyor değildi. Elbette birşeyler görüyordu. Aynısının bana da olmasını istemiştim, ama gözlerimin bana gösterdiği yegane şey uçsuz bucaksız karanlıktı.
Karın beni yer yüzünde hiç yaşamamış biri olarak beni örtmesine izin vermektense ayağa dikilip üzerimdeki birikmiş karı silkeledim. Elim yavaşça boynumdaki kolyeye dokunurken,taş elimin altında yavaşça kıpırdandı. Sanki eski bir dostu selamlar gibiydi,varlığım hoşuna gidiyordu;sanırım bundan zevk alıyordu. Beni seviyor gibiydi, beni bu dünyadan silerken hiç de sitemkar değildi. Aksine mutlu gibiydi.
Arkamı döndüğüm zaman Joe ve Camilla'nın ve diğer kamp üyelerinin sanki emir almak için etrafta dolaştıklarını gördüm. Aiden bize yavaşça yaklaşırken Camilla'nın yüzünde mutsuz bir ifade vardı;sanki söyleyeceğim şeyi biliyor gibiydi. Gözleri dolu doluydu. Göz yaşlarının yaktığı yanaklarındaki yaralar henüz iyileşmemişti lakin yeniden ağlayabilecek gibiydi. Onlara doğru yaklaşırken elimi beni dünyadan silen kolyemden çektim ve yanlarına doğru karda bata çıka yürüdüm. Dördümüz karşılıklı dururken, iç geçirdim ve çantamı omzuma attım. "Aiden."diye mırıldandım. Üzerindeki montun önünde kollarını kavuşturarak bana başını salladı. "Ne zaman ihtiyacın olursa burada olacağız."dedi otoriter ses tonuyla. "İçindeki tüylüyü serbest bırak yeter."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNU ÖLDÜR
FantasíaAşk bir sera çiçeği değildir, Yabanidir; Islak bir geceden, Güneşli bir saatte doğmuştur, Vahşi bir tohumdan çıkmış, Vahşi bir rüzgarla esilip yola savrulmuştur. Bazen kötü kızlar, kötü çocuklara aşık olur. Bir kitabın ölüleri diri...