Aynı anda hem can attığınız hemde ödünüzü koparan bir şey için sabırsızlıkla beklerken saatler,yıllar gibi geçer. Adeta içimi sızlatırcasına yoğun bir şekilde can attığım şey, Kıvanç'ın yüzünü görmek ve sesini duymaktı.Onu düşünürken ve hayal ederken, Kıvanç'ın beni yeniden görebileceğini ve konuşabileceğini veya bunları yapmak isteyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Bunu benim de bu kadar çok isteyebileceğimi tahmin etmemiştim. Görülmeye, özellikle onun beni görmesine duyduğum arzu, her seferinde daha da yoğunlaşacaktı.
Fakat onu yeniden görmek, ona doğruyu söylemem gerekeceği anlamına geliyordu.Kıvanç gittikten sonra kıyıda otururken, ertesi gün ona yalan söyleyemeyeceğimden emindim. Köprüde iken sergilediğim kelimeyle abes hareketler, onu kandırabileceğime dair bir işaret sayılmazsa tabi. Onunla parkta buluşsaydım ve konuşsaydık ona herşeyi anlatırdım; Suyun altında neler gördüğümü, gerçekte ne olduğumu. Buda karşılığında onu benden uzaklaştıracaktı şüphesiz.
Parka gitsem bile onu muhtemelen bir daha görmeyecektim. Bu varsayımla, kendime neyin daha çok acı vereceğini sormam gerekiyordu: Görünmezliğin o uyuşuk yanlızlığı mı yoksa yaşayanların dünyasından açıkca reddedilmek mi? İlkinin korkunç ve sınırları ve derinliklerini biliyordum fakat ikincisinin ne kadar eziyetli olabileceği konusunda bir fikrim yoktu.
Bu mantık zincirini takip edince ertesi günkü tutumum konusunda bir karara vardım. Gitmeyecektim. Saklanacaktım. Ölü yüreğimi, uyuşukluktan daha kötü olabilecek herşey den koruyacaktım.
Ve muhtemelen bunun için yıllar boyunca perişan hissedecektim. Bozguna uğramış gibi kollarımı dizlerime doladım.
İşte o an, bir şey başımı aniden yukarı kaldırmama , sonra da çimlerde zıplayıp çömelmeme neden oldu. Başta neyin böyle tepki vermeme sebep olduğunu anlamadım. Bir ipucu için etrafıma göz gezdirdiğim de ben oturmuş kendime acırken, güneşin neredeyse batmış olduğunu fark ettim. Güneş suyun üzerine ateşten bir ışıltı fırlatmış ve ormana kopkoyu gölgeler düşürmüştü.
Fakat beni korkutan ölmekte olan gün ışığı değildi.Bu, gün batımının sönmekte olan ışığıyla çok zıt düşen bir şeydi: Şimdi çıplak bacaklarımı ve saçlarımı kırbaçlayan buz gibi rüzgar.
Son zamanlarda öylesine çok beklenmedik duyu tecrübe ediyordum ki belki de rüzgar yüzünden eteklerimin bukadar tutuşması gereksizdi. Fakat öyle olmuştu işte. Yaz sonu, dondurucu rüzgarın mevsimi değildi. Daha beteri, etrafımdaki hiçbir şey kıpırdamamıştı; Ne kıyıdaki uzun çimler ne de çamların iğne yaprakları. Üstelik rüzgar yanlış yönden gelmişti. Arkamda kalan suda veya nehrin ormanın içinde oluşturduğu geniş patikaya doğru esmemişti. Tam önümde uzanan, gölgeler içindeki ağaçların arasından gelmişti.
Tüm bunları fark ettiğimde kollarımdaki tüylerin dimdik olduğunu hissettim. Kolumu kaldırıp diken diken olmuş tüylerime bakmaktan, uzun zamandır ölü olan''Savaş veya sıvış.''tepkimin yeniden canlanışına hayret etmekten alamadım kendimi.
Rüzgar birdenbire fırtınaya dönüştü, saçlarımla yüzümü kamçılıyor ve görüşümü karartıyordu. Onun kuvvetiyle geriye doğru sendeledim ve dengemi yitirdim. Ağaçların arasından uluyordu, ellerimle kulaklarımı, sesten korunmak için kapadım. Sonra tıpkı geldiği gibi aniden çekip gitti. Kıyı ölümcüş bir hareketsizliğe kavuştu.
Ellerim hala kulaklarımdaydı ve gözlerimi fark etmeden sımsıkı yummuştum. İyice dertop olmuş, büktüğüm dizlerimi kollarımla sımsıkı sarmıştım.
''Merhaba Lina.''
Bir erkek sesi ağaçların arasından ipek gibi süzüldü. Pozisyonumu bozmadan tek gözümü araladım, doğrudan bana seslenen biri olabileceğine inanmak istemiyordum. Kıvanç dışında biri.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP RUH
Fantasy"SAF, DOKUNAKLI VE HAYALETLİ BİR AŞK HİKAYESİ Yine nehirde süzülüyordum. Ancak bu kez nefes aldığımda ciğerlerim , etrafımı saran çamurlu suyla dolmuyordu. Bedenim bu kâbustan önceki kadar hafifti hala. Nehirde süzülüyor , öfkeli akıntının sürüklem...