Şimdi çimlerde soğuk, metal bir nesnenin başında diz çökmüştüm. Sanırım bu, üç ayaklı kısa bir sehpanın üzerine yerleştirilmiş küçük bir teleskoptu çünkü yüzüm gökyüzüne dönüktü. Tepemdeki gökyüzü, ancak insan işi ışıklardan tamamen yoksun bir yerde görebileceğiniz haldeydi. Yıldızların hepsini birden görebiliyordum. Milyonlarca yıldız, karanlıkta göz kırparak ve parıldayarak gökyüzüne ulaşmıştı. Onların huşu uyandıran güzelliklerinden soluğum kesilecek gibi oluyordu fakat görüntü bunu yapmama izin vermiyordu; belli ki deneyimlediğim anı her neyse, üzerinde hiç kontrolüm yoktu.
Arkadan gelen bir ses beni irkiltene dek ne kadar sürecekse sürsün, bu manzaranın keyfini çıkarmaya karar vermiştim. ''Odaklan, Lina,'' diye tembihledi bir kadın sesi. ''En azından ödevini bitir de fen bilgisi notun iyi gelsin.''
Görüntüde kontrolüm dışındaki Lina iç geçirdi. ''Evet, biliyorum anne. Evde eğitim almasaydım ders yaklaşık sadece altı saat önce bitmiş olacaktı.''
Düşüncelerim hızlandı. Annem mi? Annemle mi konuşuyordum?
Kadının konuşmayı sürdürmesini, görüntünün devam etmesini öyle çok istiyordum ki parıldayıp solarak sona erdiğinde ve ikindi güneşi yeniden görüş alanımı bastığında adeta somut bir acı hissettim.
Şimdi istediğim kadar soluksuz kalabilirdim.
Zar zor nefes aldım, Kıvanç'ı korkutmuş olmalıydı çünkü hemen dönüp yüzüme baktı.
''Lina? diye sordu. Sorun ne ? Ne oldu?''
Başımı iki yana salladım... ''Ben...Bilmiyorum. Sanırım sadece bir şey hatırladım.''
''Ne?''
Kısacık bir an, ona yalan söylemeyi düşündüm. Nedense bu anıyı paylaşmamak, bir sır gibi saklamak istiyordum. Fakat onun gece mavisi gözlerine baktığımda bu dürtü kayboldu. Ondan bir şey saklamak istemiyordum; bunu yapabileceğimden bile emin değildim.
''Annem,'' diye cevapladım. ''Sanırım annemi hatırladım.''
Piknik masasının üstüne yığılıp kaldı, besbelli afallamıştı.
''Ne demek istiyorsun? Onu gördün mü?''
''Hayır, sadece sesini duydum.''
''Hmm,'' dedi ağaçlara doğru boş boş bakarak. ''Galiba bu 'hatırlama' meselesinin sende nasıl meydana geldiği konusunda aklım biraz karışık Lina.''
Başımı eğip banka bakarken, ''Ben de senden farklı sayılmam,'' diye mırıldandım. Altımdaki betonun çatlakları ve pürüzlerine odaklanmışken duyduğum şeyi hatırlamaya çalıştım: Annemin sesinin ahengi, sözcüklerinin bıraktığı tat. O anıda kavga mı ediyorduk? Bana kızgın mıydı, yoksa ben mi ona kızgındım?
Başımı kaldırıp Kıvanç'a baktığımda, onun da bana baktığını ve bir tür cevap beklediğini fark ettim.
İçimi çektim ve omzumu silktim. ''Açıkçası, Kıvanç, bütün bunları nasıl veya neden hatırladığım konusunda hiç bir fikrim yok. Aslında bunun seninle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.''
Kıvanç gözlerini kırpıştırdı. ''Benimle mi ? Neden ?''
''Bu anı parçalarını...seninle tanışmadan önce hiç görmüyordum. Şimdi ise ardı arkası kesilmiyor. Az önce biz konuşurken tam iki kez oldu. Yani... galiba bir şekilde anıları tetiklemiş olabilirsin diye düşünüyorum.''
Kıvanç bu düşünceyi bir süre tarttı ve sonra kocaman bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. ''O halde bu iyi bir şey öyle değil mi?''
Dudağımı ısırıp kaşlarımı çattım. ''Evet, galiba. Sadece her şeyi bir anda sindirmek çok zor anlıyor musun?''
''Kesinlikle,'' diye mırıldandı Kıvanç. Gel gelelim, gözlerimdeki parıltıdan bunun ne kadar da zor bir şey olduğunu düşünmediği belliydi; gözlerinde...heyecan vardı. Hatta coşku. Şüphelerimi ısrarlı bir şekilde başını sallayarak onayladı. ''Ne olursa olsun Lina, itiraf etmelisin, bu oldukça sağlam bir şey.''
''Sağlam mı?'' Tek kaşımı kaldırdım.
''Evet, bilirsin işte sağlam. Yani çok süper. Muhteşem. Vesaire.''
Kendimi tutamayıp güldüm. ''Kıvanç Demirkıran , neşeli iyimser.''
Sırıttı. ''Her zaman. İşte bu yüzden kutlamamız gerekiyor.''
''Peki bunu nasıl yapacakmışız bakalım?''
Daha büyük bir gülümseme takındı ve cevap vermedi. Dikleşerek bana döndü.
''Ah, '' dedim somurtarak.
Günün sonunda dönmesi gereken bir ailesi olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı. Dürüst olmak gerekirse, yemek yemesi gerektiği bile. Bunlara ihtiyacı vardı. Açıkçası bunları yapmak için gitmesi gerekiyordu. Onun arabayla uzaklaşması düşüncesi göğüs kafesimde ki sızıyı perçinledi fakat bunu sesime yansıtmamaya çalıştım.
''O zaman...Yarın görüşürüz. Kutlamamızı o zaman yaparız.''
Kıvanç'ın yüzünde garip bir bakış belirdi, ne söylediğini tam olarak anlayamadığım bir bakış. Tıpkı dün konuşurken yaptığı gibi- gerçekten de ilk defa dün mü o önemli konuşmamızı yapmıştık?- elini saçlarının arasından geçirdi ensesine koydu.
Tuhaf bir sessizlikten sonra neyi fark etmediğimi anladım: Kıvanç mahcup, hatta utanmış görünüyordu. Cesur öz güvenli Kıvanç bir konuda ciddi ciddi gergindi.
Bir an bana baktı;sonra tereddüt içinde sorusunu soracak cesaret topladı.
''Aslında belki ailemle tanışmak için gelmek istersin diye düşünmüştüm, ne dersin?''
Ne söyleyeceğimi bilmeden gözlerimi kırpıştırdım. Beni göremese de büyük annesiyle tanışmayı pek de istemediğimi belirtmek bile istemiyordum. Ağır ağır ve bocalayarak cevap vermeye giriştim.
''Kıvanç...şey, bunu çok isterdim. Ama bu biraz...erken olmaz mı? Onların benimle tanışamayacaklarını göz önünde bulundurursak?''
Yanakları kıpkırmızı olan Kıvanç başını öne eğdi.
''Evet, muhtemelen haklısın. Çok erken, '' diye geveledi sözcükleri yutarak. Küçük, mahcup bir tebessüm dudaklarına yerleşirken, kaşları birbirine yaklaştı. Aslında bu onda hoş duran bir ifadeydi.
Yüzünü bir dakika daha izleyebilmek için hafifçe öne eğildim. Bakışlarıma karşılık vermiyor gibiydi; nedense onun bu huzursuz hali göğsümdeki sızının mutlulukla dalgalanıp taşmasına neden oldu. Cesaretlenmek için bir nefes aldım ve şöyle sordum:''Ailen hakkındaki düşüncelerim için mi endişeleniyorsun?''
''Diğer türlüsünü düşünmem pek mantıklı olmazdı değil mi?''
''Evet,'' dedim. ''Olmazdı. Yani benim onları sevmeyeceğimden falan mı korkuyorsun?''
''Hayır, öyle biri gibi görünmüyorsun. Yine de fikrini bilmek isterdim ama. İçimden bir ses bunun önemli olacağını söylüyor.''
Bunu bir itiraf gibi, sanki sözcüklerin altında başka bir anlam yatıyormuş gibi söylemişti. Anlamını açıklamasına gerek yoktu ama. Bende tıpkı onun gibi hissediyordum.
Çabucak pırıl pırıl bir gülümseme takınarak. ''O halde,'' dedim, ''Hadi, gidelim de fikrim neymiş görelim.''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP RUH
Fantasía"SAF, DOKUNAKLI VE HAYALETLİ BİR AŞK HİKAYESİ Yine nehirde süzülüyordum. Ancak bu kez nefes aldığımda ciğerlerim , etrafımı saran çamurlu suyla dolmuyordu. Bedenim bu kâbustan önceki kadar hafifti hala. Nehirde süzülüyor , öfkeli akıntının sürüklem...