Bana bakmadı fakat sanki bir çukurdan tırmanıyormuş gibi bacaklarını sağa sola sallamaya ve yukarıya doğru kulaç atmaya başladı. Her nasılsa oldüğüm gece benim çabalarımın aksine onun mücadelesi işe yaradı. Yukarıya, nehrin yüzeyine doğru süzülmeye başladı.
Daha önce hiç böyle bir rahatlama hissetmemiştim. Kâbuslarla geçen sonsuz gecelerin birinde bile.
" Yukarı!" diye bağırdım yeniden, o bir kez bile başını bana çevirip bakmadan, sesime dönmeden elleriyle yukarı doğru çıkmaya devam etti. Belki de onun için yine yabancı ve farklıydım; ölüydüm. Şuan bu zerre kadar umrumda değildi. Yaşayacaktı. Benim gibi bu soğuk, çukurda ölmeyecekti.
Bu yeterde artardı bile.
Suyun yüzüne çıkması bir ömür gibi gelse de sonunda bunu başardı. Gece havasında, kollarını suda havalanmaya çalışırcasına çarparken tıkandı, öksürdü ve nefes nefese kaldı.
Haraketlerinin oluşturduğu akıntı ve çalkantılardan hiç etkilenmeksizin yanında süzülüyordum. O, içine kocaman bir nefes çektiğinde yüksek sesle güldüm ve ellerimi çırptım. Derken elimle ağzımı kapadım. Daha önce hiç gülmemiştim. Ölümünden tek bir kez bile.
"Kıvanç! Kıvanç!"
Yabancı bir ses irkilmeme neden oldu. Birisi nehrin öte yanından bize doğru seslenmişti. Daha doğrusu çocuğa doğru. Hiç istemeden de olsa ona arkamı döndüm ve arkamızda kalan nehir kıyısında bir grup insan gördüm.
"Kıvanç !" diye bağırdı bir kız. "Ah, Tanrım, Kıvanç, lütfen! Yardım edin!"
Hala öksüren ve debelenen cocuğa döndüm yeniden
Kıvanç!? Diye sordum. "Sen Kıvanç mısın? "
Cevap vermedi.
"Şey, Kıvanç veya herkimsen, biliyorum yorgunsun. Seni çok iyi anlıyorum. Muhtemelen beni duyamadığını da biliyorum. Fakat o seslerin geldiği yöne doğru yüzmen gerekiyor. Beni anlıyor musun?
Herhangi bir tepki vermedi. Sonra acı verici bir yavaşlıkla kollarını haraket ettirmeye başladı. Yaptığı hareketler pek yüzmeye benzemiyordu fakat bedenini suda itmeye yeterdi.
O yaklaştıkça, kıyıdan gelen seslerde iyice yükseldi. Onu nehirden çekmek üzere mantıklı bir plan yapıldığını duyar gibi oldum.
Aslında kıyıdaki insanları dinlemiyordum. Çocuğun yüzmesini izliyordum; varoluşum boyunca hiçbir şeyi izlemediğim kadar yakından. Öldüğüm den bu yana ilk defa kendimi dua ederken buldum. Onun kıyıya sağ sağlim ulaşması için dua ettim; pes etmemesi, akıntının onu alıp götürmesine izin vermemesi için.
"Lütfen," diye fısıldadım onu takip ederken. "Lütfen, ne olur başarsın"
Bu çocuğun, benim hiç olmadığım kadar güçlü olduğu ortaya çıktı. Birkaç kahredici dakikadan sonra, mücadele ederek akıntıdan kurtuldu.
Sonunda kıyıya yeterince yaklaşmıştı; biri onu kolundan yakaladı ve bir yandan yüzerek bir yandan da onu çekiştirerek kıyıya çıkarmayı başardı.
Çimlerle kaplı nehir kıyısında ve tepemizdeki Köprüde toplanan kalabalıktan hem sevinç hemde korku dolu çığlıklar yükseldi. Çocuğu sudan çeken adam, onu kızıl çamurlu toprağa yatırdı. Ben sudan çıkıp kıyıya doğru yürürken, adamın ellerini oğlanın bedeninde gezdirerek bir yaşam belirtisi aradığını gördüm.
Çocuk biranda diğer yana döndü, öksürdü ve su Kusma ya başladı. Kalabalıktan rahatlama sesleri yükseldi. Insanlarin yüzleri, çimenlerde ve köprünün üzerinde gelişi güzel durmuş arabanın Farlarıyla aydınlanmıştı. İzleyenlerin yüzlerinden gerginlik, heyecan ve korku okunuyordu.
"Kıvanç! Kıvanç!" diye seslendiler hepbir ağızdan
Sanki herkes onun adını biliyordu.
O sırada, köprünün üstündeki kalabalığın ardındaki ambulanslardan gelen rengarenk ışık demetini fark ettim. Bana sadece saniyeler gibi gelen bir sürede, üniformalı iki sağlık görevlisi kıyıya ulaşmış, çocuğun yanında diz çöküp bedenini yoklayarak daha profosyenel bir çabaya girişmişlerdi. Bir dakikadan az bir süre sonra çocuk- aniden gelen sahiplenici düşüncelerimi açıkça ifade etmem gerekirse benim çocuk- bir sedyeye yerleştirildi ve Ambulansa kaldırıldı. Kalabalık, sağlık görevlileriyle birlikte o tarafa akın edince onu göremez oldum.
Çektiğimiz şeyin sonu bu olsa gerekti. Oysa ben yerimde duramıyordum. Yabancıların, beni girebilen tek canlı insanı götürmelerine dayanamıyordum. Benim çocuğu. Benim Kıvançımı.
Kararlı bir şekilde, kalabalığı yararak ilerledim. Iki kişinin arasına sokuldum ve tam sağlık görevlileri hastayı araca kaydirabilmek için sedyenin tekerleklerini katlamaya başlamışken aniden onun yanında buldum kendimi.
Çocuğa doğru eğildim. Ay ışığında solgun görünüyordu, yüzü cılız ve bitkindi. Nedenini bilmediğim, içimde yükselen bir hıçkırığı bastırmaya çalıştım.
" Kıvanç!?" Diye mirildandim, ne yapacağımı bilemeden. Hiç birşey bilemeden.
O an gözlerini açtı. Koyu renk gözler; gece vakti tam anlaşılamayacak denli koyu. Bana baktı ve sağlık görevlileri onu gözlerimin önünden muhtemelen sonsuza dek alıp götürene dek bakışlarını ayırmadı.
"Kıvanç" dedi hırıltıyla, sesi nehir suyu yüzünden çatlak çıkıyordu. Bana "Kıvanç " de.
Derken sedye ambulansa sürüldü, kapılar hızla kapandı ve o gitmişti...
Kıyıda öylece dikilip kaldım. Etraftikilerden bazilari ambulans gittikten sonra da kalmışlardı, ortalıkta dolaşıp muhtemelen kıl payı atlatılan trajedi hakkında konuşuyorlardı. Kalabalığın son üyesinin de gittiğini ve son farların gecenin karanlığında kaybolduğunu zar zor fark ettim. Etrafımda olup bitenleri işitmeye veya görmeye çalıştığım pek söylenemezdi.
Bunun yerine onun gözlerini, doğrudan benimkilere bakan gözlerini görüyordum. Isittigim şey onun sesiydi... Benimle mi konuşmuştu ? Evet, benimle konustuğundan emindim. Onu ambulansa kaldırırlarken kimse ismini sormamıştı. Benim dışımda kimseye ismini söylemek için bir sebep yoktu. Kalabalığın büyük bir kısmı onu tanıyor gibi görünüyordu. Onun hakkında hiçbirşey bilmiyordum; ne yaşını , ne soyadını ne de ismimi söylese sesinin nasıl çıkacağını. Fakat birşeylerin benim için sonsuza dek değiştiğini biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP RUH
Fantasía"SAF, DOKUNAKLI VE HAYALETLİ BİR AŞK HİKAYESİ Yine nehirde süzülüyordum. Ancak bu kez nefes aldığımda ciğerlerim , etrafımı saran çamurlu suyla dolmuyordu. Bedenim bu kâbustan önceki kadar hafifti hala. Nehirde süzülüyor , öfkeli akıntının sürüklem...