-Bölüm Otuz-

188 11 14
                                    

Kendimi zorlayarak aniden yerimden kalktım. Oturduğum sandalye , gürültülü bir sesle arkaya doğru uçtu ve kütüphane duvarına çarptı.

Başımı sesin olduğu yöne doğru çevirdim. Ağzım açık bir şekilde sandalyeye bakakaldım.Sıradan görünüyordu:metal bacakların üzerinde kırmızı plastikten bir oturma yeri vardı.Basit, normal bir sandalyeydi.Ve ölümümden beri canlılar dünyasında Kıvanç hariç hareket ettirebildiğim ilk nesneydi.

Ölümümü düşünmek, zihnimi az önce yıllıkta gördüğüm fotoğrafa yönlendirdi yeniden. Oradaki kıza ve altındaki isme.

Sandalyeyle uğraşamazdım şimdi.

Fotoğraf ödümü koparmıştı. Şu dünyada ondan kaçıp gitmekten daha fazla istediğim bir şey yoktu. Ama donakalmıştım. 

Fotoğraftaki kız, dudaklarında incecik bir gülümsemeyle yukarı bakıyordu.Bu gülümsemeyle dudaklarının uçları hafifçe yukarı kalkmıştı;hoş fakat temkinli bir tebessümdü bu, sanki kız komik bir şey duymuş ama gülüp gülmemesi gerektiğinden emin değilmiş gibi.Parlak, elaya çalan yeşil renkte ve elbisesiyle uyumlu gözleri ışıltıyla parıldıyordu.Dalgalı, kahverengi saçları omuzlarından dökülüyor , ince ve oval yüzünü çevreliyordu. Sürdüğü pembe allık ve burnunun kemerine yayılan küçük çilleri pek kapatamamıştı.

Ürkek ve tatlı aynı zamanda coşkulu birine benziyordu. Hayat dolu birine.

Çenemden bir damla su süzülüp sayfaya düştü ve kızın boynunda küçük, kara bir leke oluşturdu. Refleks olarak yanağımı sildim, bu minik damlanın bir gözyaşı, benim gözyaşım olduğunu biliyordum.

"Fotoğraftaki benim değil mi?"

Kıvanç'a bakamıyordum bile, konuşurken gözlerimi fotoğraftan ayıramıyordum.Fısıldadım;yüksek ses üstümüzdeki büyüyü bozabilirmiş gibi.Hiç cevap gelmedi.Sonra...

"Sana güzel olduğunu söylemiştim."

Yumuşak sesin geldiği yöne döndüm. Aslında sadece başım hareket etti çünkü bedenim sanki masaya yapışmıştı. İki elimle masanın kenarına yapıştığımı,ahşabı sımsıkı kavrayan ellerimin beyazlaştığını  ancak şimdi fark etmiştim. Parmak uçlarımın altında,  ahşabın kaygan yüzeyinin bedenimdeki uyuşukluğu delip geçtiğini hissedebiliyordum. Bu ani, fiziksel his beni hiç şaşırtmamıştı, hatta masayı bu şekilde parçalamadığıma şaşırmıştım.

Şaşıran sadece ben değildim. Kıvanç gözlerini bana dikmişti;inanç, inançsızlık ve bir dizi başka duygu yüzünde dalgalanıyordu.Fakat değişen yüz ifadeleri birbirinden ne kadar farklı olsa da, hepsi bana aynı şeyi söylüyordu.

Biliyordu.Her türlü şüphenin, dileğin, umudun ötesinde biliyordu. Benim Lina Ertepınar olduğumu biliyordu. Ve ben ölmüştüm.

Hiç bir şey söylemedim. Söyleyemedim. 

Kıvanç yavaşça sandalyesinden kalktı. Ellerini önünde uzatarak sanki teslim olmuş gibi bir hareket yaptı. Üç gün önce Yüksek Köprü Yolun'da bana yaklaşırken yaptığı harekete benziyordu bu.Sanki her an arkamı dönüp kaçmamı bekliyormuş gibiydi.

Kıvanç yine temkinli bir havayla ellerini yüzümün iki yanına getirdi ama bana dokunmadı. Doğrudan gözlerimin içine baktı ve kaşlarını kaldırdı.Bir sonraki hareketi için beni uyarıyor , izin istiyor gibiydi.

Cevap vermesem de bir şekilde rıza gösterdiğimi hissetmiş olmalıydı. Ellerini yanaklarıma yerleştirip nazikçe yüzümü kavradı.Elleri tenimde yanıklar oluşturuyor gibi  hissetsem de hiç kıpırdamadan durdum.Kıvanç ileriye uzandı ve son derece yumuşak bir biçimde dudaklarını kaşlarımın hemen üstüne, alnıma bastırdı.

Bu öpücük tüm bedenime bir elektrik akımı yolladı.Oluşturduğu duygu şimdiye dek hissetmediğim kadar yoğundu;katıksız bir şok dalgası omurgam boyunca ve uzuvlarımdan aşağıya akıyordu. İçimde çığlığa benzer bir hava akımı yaratan bu duygunun kudretiyle nefes nefese kaldım.

Kıvanç, bu sesle beraber geriye çekilip iyi olmadığımı görmeye çalıştı, ben ise ellerimi yanaklarımın üzerindeki ellerine bastırdım.Gözlerini yumdum ve düzensiz nefesimi toplamaya çalıştım.Hareket etmemesi için başımı hayır anlamında iki yana salladım.

İstediğimi yaptı ve benden uzaklaşmadan yüzümün bir yanını  sol  eline alıp sağ elinin parmak uçlarıyla diğer yanağımı okşadı. Sonunda nefes alıp vermelerim dengelenmeye başladı, az önceki şiddetli solumalarım yatışmıştı. Birkaç saniye sonra ellerini serbest bırakıp fena hissetmediğimi bilmesi için başımı salladım. Hiç bir şekilde iyi değildim.

Kıvanç bir kez daha parmak uçlarını yanaklarımda gezdirdi ve ellerini bıraktı. Gerildiğini hissettim ama gözlerimi açmadım.Benden yaklaşık yarım metre ötede hışırtılar çıkardığını duyabiliyordum. Yavaşça tek gözümü sonra diğerini açtım. Masanın üzerinde masumca bu tarafa bakan fotoğrafıma doğru çevirdim başımı.

Hala fotoğrafa bakıyordum ki Kıvanç arkamdan dolanıp fotoğrafımın yanına bir şey koydu. Bir telefon rehberi.

"Ertepınarları mı bulmaya çalışıyorsun?" sesim çatlak ve pürüzlü çıkıyordu, sanki onu kullanmayalı dakikalar değil saatler olmuştu."

"Eğer istersen." diye fısıldadı Kıvanç.

Gözlerimi masadan ayırmadan,"AÇ" dedim.

Kıvanç telefon rehberine doğru eğildi. Parşömen inceliğindeki kağıtları çevirip bir sayfaya ulaştı.İşaret parmağıyla E ile başlayan soyadlarını tararken sayfanın ortasında durdu. Ona doğru eğilip gösterdiği noktaya doğru baktım.Parmağının üzerinde bir satır dikkatimi çekti.

Telefon numarası ve adresiyle beraber tek bir soyad vardı.

Begüm, E.

O satıra sanki sonsuza dek baktım. Zil çalıp okul paydos olduğunda ona bakıyordum. Diğer öğrenciler eşyalarını toparlarken, Kıvanç ile beni kütüphanenin arka tarafındaki rafların orada donakalmış halde bırakıp çıktıklarında ona bakıyordum.

En sonunda toparlandım.

"Begüm E, bu muhtemelen annem. Babamın ilk adı neden orada yazmıyor , bilmiyorum. Onun adı Yavuz Ertepınar."

Sesim dümdüz duygusuzca çıkıyordu. Buna karşın biraz titremeye başlamıştım.

Sayfadaki o isim ve ona eşlik etmeyen eşi, kafamın içinde uçuşuyordu. Sonra, isimlerle beraber başka, daha bulanık görüntüler belirmeye başladı. O isimlerin çağrıştırdığı yüzler. Annem ve Babamın yüzleri.

Unutulmuş yüzler. Kaybolup gitmiş, sonsuza dek unutulmuş yüzler. Ama şimdi, anılarımdan parçalar gibi, biçim ve beden kazanmış halde zihnimde belirivermişlerdi.

Kollarımı bedenime doladım ve kendime sıkı sıkı sarıldım. Kıvanç bana iyice yaklaştı, neredeyse bana dokunacak kadar . Bir süre, on dakika veya on saat  öylece durduk, ta ki ben mucizevi bir şekilde daha... hafiflemiş hissedene kadar.

O hafiflik son derece tuhaf ve açıklanamaz bir rahatlama seliyle geldi.

Nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum fakat kıvanç bendeki değişimi sezmiş gibi görünüyordu. Bu kez sessizliği o bozdu.

"Pekala Lina Ertepınar," dedi kısık sesle. Dikkatlice. "Aileni yeniden görmek istiyor musun?" Yani bugün?"

Fısıltıyla çıkan cevabım doğruluğuyla beni şaşkına çevirdi.

"Evet istiyorum."

 



ARKADAŞLAR YORUMLARINIZI VE OYLARINIZI EKSİK ETMEYİN LÜTFEN , DÜŞÜNCELERİNİZ BENİM İÇİN ÖNEMLİ, ŞİMDİDEN ÇOK TEŞEKKÜRLER :)) 

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 07, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin