🍇36. BÖLÜM🍇

207K 8.3K 824
                                    

🍇


Yavuz'un sürdüğü arabada sessizlik hüküm sürerken bu sessizliği arada bir bölen şey Zümrüt'ün hıçkırmamak için verdiği gayret sonucu çıkan iç çekişlerinin sesiydi. Ne konuşacaklardı? Konuşacak ne vardı? Aslında konuşmaya ne gerek vardı bu saatten sonra? Ankara'nın ışıklarını izledi yol boyunca Zümrüt. Ankara bile ondan daha renkliydi. En azından rengârenk ışıkları vardı, oysa Zümrüt'ün karanlığı zifiriydi. Karanlıktan kurtulmak için artık tek umudu başkasına tutunmaktı. İlk kez kendini düşünüyor, ilk kez bencillik yapıyordu.

On dakika kadar sonra Bilkent Tepe'de, manzaraya karşı bir yerde durduklarında ikisi de birbirine bakmadı. Ankara'nın renkli manzarası Zümrüt'ün yüzünde ister istemez tebessüm oluşturmuştu. Bu soğuk şehrin bile insanı sıcacık eden tarafları varken Zümrüt Yavuz'u bir türlü kendine ısındıramamıştı. Zümrüt'ün 'Neden buraya geldiklerini?' dahi sormayacağını anlayan Yavuz "Sen ne yapıyorsun kendine Zümrüt?" diye sordu. Gülümsemesinin sebebinin manzara olduğunun farkındaydı Yavuz. Ve gülümsemek Zümrüt'e çok yakışıyordu. Bunu da şimdi fark etmişti. Zümrüt cevap vermek bir yana manzaradan da başını çevirip kendi tarafındaki camdan yan tarafa bakmaya başladı. Gülümsemesi de kalmamıştı artık.

"Artık konuşmayacak mısın yani benimle? Küs müyüz?" diye sorduğunda Zümrüt'ün dudağının kenarı acıyla kıvrıldı bu kez. Yeniden manzaraya döndü ve gerçekliğiyle bir kez daha yüzleşti. Ankara gibi soğuk bir şehir bile Zümrüt'ten daha renkliydi. Ve pek tabi her bir rengin de kendine göre dertleri vardı. İnsanlar gibi... Zümrüt gibi...

Hayat aslında gökkuşağının ta kendisiydi. Aynı gökkuşağının aslında beyaz olup ışık kırılması yüzünden renklerine ayrılması gibi hayatta aslında hep acıydı ama her acının farklı bir rengi vardı, gözleri yanıltan...

Dışarıdan bakınca gülümseyen, neşe saçan varlıklardı insanlar da ama her birinin içinde kendi dertleri saklıydı. Şimdi kim bilir bu ışıkların altında, yanan her dairenin içinde ne tür acılar gizliydi. Kim bilir kaç insan sessiz çığlıklarını sağır kalplere duyurmaya çalışıyordu. Kim bilir kaç kişi ekmek derdinde, kaç kişi evlat hasreti çekiyordu. Kiminin ışığı sarıyken içi griydi, kimisi dışarıdan pembeyken içinde siyahtı. İnsanların genelde iç ve dış renkleri farklıydı. Bir zamanlar Zümrüt'ün de rengi vardı. Çok değil, bundan birkaç ay önce... Ancak şimdi Zümrüt'ün dışında dahi herhangi bir renk pigmenti kalmamıştı. Çünkü derdi, içinde gizlenmeyecek kadar haddini aşmıştı.

"Seven insanlar birbirine küser." dedi Zümrüt başını arabanın boyunluğuna yaslayıp. Rengârenk ışıklardan oluşan manzaraya gözlerini kapatmıştı. Bu şekilde düşündükçe manzara kendi karanlığını yüzüne vuruyor, bu da canını yakıyordu.

"Beni sevmiyor musun artık?" diye sordu Yavuz yumuşak bir sesle. Zümrüt çok kısa bir an Yavuz'a baktı ama bu soruya bir cevap vermedi. Hayır dese yalan olurdu evet demesi bambaşka bir konuydu...

Zümrüt yeniden sessizliğe gömülünce Yavuz "Bilkent'teyiz. Geçen Yiğit'le buradan geçmiştik. Burayı görünce aklıma ilk sen geldin." diye itiraf etti. "Garip..."

Zümrüt omuz silkip "Bence de garip." dedi hafifçe gülümseyerek. "Benim varlığımın, daha doğrusu Melek dışında bir şeyin varlığının farkında değilsin sanıyordum." dedi umursamaz bir sesle. Artık sesi de titremiyor, gözyaşı da akmıyordu.

Yavuz dürüst bir cevap verdi. "Ben de..." Bir süre ikisi de yalnızca manzaraya odaklandı. Konuşacak hem çok şey vardı hem de hiçbir şey yoktu.

Bu sessizliği Yavuz "Özür Dilerim Zümrüt." diyerek bozdu. Konuya nereden ve nasıl gireceğini pek bilemiyordu doğrusu.

Zümrüt "Ne için?" diye sordu. Hangi konuda hata ettiğini kabul ediyordu da özür diliyordu anlamadı.

BÖĞÜRTLEN MUCİZESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin