Merhabalar...Bölüm geç geldiği için özür dilerim ama dört bölümlük bir bölüm yazdım...
Keyifli okumalar...
~*~*~
2001/Paris
(Lise Bir)Sofia'nın gözünden;
Kör olmak...
Işıksız, karanlık bir renk miydi yoksa oluk oluk akan kan mıydı şahit olduğum? İster beş yaşında ister yetmiş beş yaşında... Önemli miydi yaş? Gözlerini kaybetmenin yaşı mı vardı yoksa? Akıp giden göz bebeklerimin yerini hangi acı çığlık hangi intikam alabilirdi ki? Göz kapaklarının işlevi olmadan uyanmak bir güne, görmeyen gözlerine rimel sürmek... Kulaklarının en ufak sese duyarlı olması ve geceleri yatarken ışığı söndürüp söndürmediğini bilememek... Hep devrik cümleler kullanmak... Kör olmak ve kör olmak...
Daha sonra çok düşündüm de keşke polisler eski sanayi fabrikasını basmasaydı. O an orada kan kaybından ya da daha önce hiç tatmadığım o dayanılmaz acıdan ölürdüm. Tırnağını biraz fazla derin kesen insan bile, bir kağıt kesiği bile tadını kaçırıyorsa, gözüne saplanan iki tane keskin aletin irisinizi ortadan ikiye ayırması ve onu beyninizin arkasında büyük çapta bir sıcaklık ve sancıyla hissetmeniz tahmin edilir bir durum değil. Uzun cümlelerimden anlaşılmıyor mu ne kadar acı dolu olduğum?
Bu olayın üzerinden bir aya yakın bir süre geçtiğinde, Royce'un varlığına alışmış mıydım bilemiyorum. Yirmi iki gündür gülmüyordum. Yine de göz kapaklarımı açıyordum ardına kadar. Bir gece uyanıyordum ve sanki orada bir ışık gördüğümü zannediyordum. Ardına kadar açıyordum göz kapaklarımı acı gerçeği bile bile. Son bir kez daha görmek istediğim ne çok şey varmış halbuki, gözlerimi yitirince anladım. İnsanlar geçmişte yaptıklarını bir şekilde ödüyorlar inanın...
Küçükken annemin yüzüne döktüğüm kezzabı aslında gözlerine atmak istemiştim. Kör olsun ve bir daha asla göremesin diye... O zamanlar kör insanların yaşamadığını falan düşünüyordum. Aslında çok da yalan değil. Yaşamıyor gibisin zaten, bir karanlık var ve sesler kulaklarını cırmalıyor. Hepsi bundan ibaret... Her an bir şey seni izliyormuş gibi hissediyorsun, en ufak bir seste tedirgin olup nefesini kontrol edemiyorsun...
"Sofia?"
Başımı sesin geldiği yere doğru çevirdim. Royce'un sesiydi bu, ona gelmemesini söylemiştim defalarca halbuki.
"Hastaneden yakın zamanda taburcu olacaksın. Ve... şimdi yanımda biri var. Bayan Philips."
Tepkisiz öylece yattım. Serumun damlama seslerini dinledim sadece. Karşı çaprazımızda bir çocuk ağlıyordu ve muhtemelen dışarıda birileri kavga ediyordu. Evet hepsini duyuyordum. Serumun damlama sesini bile. Görmesem de duyuyordum. Artık dört kulağım vardı sanki. Bu konuşmanın sonu bir yere gidecekti, sonunu beklemeye başladım. Bu sefer konuşan Bayan Philips olmalıydı.
"Sofia... Biliyorsun ki kısa da olsa seninle birbirimizi tanıma imkanımız oldu. Eee... Seni de Royce gibi çok severim. Ah Tanrım! Uzatmadan söyleyeceğim tatlım, seninle evimi paylaşmak istiyorum. Ve itiraz etme şansın yok gerçekten çok kırılırım!
Nefes almadan, utana çekine söylenen bu sözler içimde itiraz hissi uyandırmadı. Zaten benim için ne olursa olsun artık hiçbir şey değişmeyecekti. Sonuçta kördüm öyle değil mi? Bunu değiştiren bir şey olmadığı için hayatımda verdiğim kararların bir önemi yoktu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÜFEK/Tamamlandı
Ficción GeneralBir kitabın ismi niye tüfek olsun ki?(Tamamlandı) TÜR: Dram/Gizem Yağmur can yakar mıydı hiç? Sanki biri yağmuru ateşe vermişti ve değdiği yeri yakıyordu.Yine "kendimsiz" kalmıştım işte, "kimsesizlikten" ziyade... "Beni kaybetmekten korkman hoşuma g...