22

1.7K 148 15
                                    

20.

Haşim'i salonda buldu. Görünüşe göre işgüzar aşçı, kahvaltı masasını özellikle toplamamıştı.

"Kahvaltı yapacağın konusunda anlaştığımızı sanıyordum," dedi genç adam, yarım tabağı işaret ederek.

"Bunları bana, kahvaltıda sadece kahve içen adam mı söylüyor?" diye çıkıştı Hanım.

"Her sabah sana eşlik edersem tabağını şikayet etmeden bitireceğine söz verir misin?" diye denedi Haşim. Onunla uzlaşmaya çalışıyordu. Belli ki genç kadının heyheyleri yine üzerindeydi.

"Şuanda daha önemli bir meselemiz var," diyerek onu geçiştirdi Hanım.

Aslında Haşim için şuanda karısının düzenli beslenmesinden daha önemli bir konu yoktu ancak genç adam bunu belirtmek istemedi. "Neymiş o?" diye sabırla sordu onun yerine.

"Bunlar," derken sesini bir üst perdeye taşımış olan Hanım, elindeki desteyi genç adama doğru sallıyordu.

"Onlar da ne?" diye sordu Haşim kaşlarını çatarak. Bu mesafeden anlaması mümkün değildi.

"Bunlar ne mi?" diye başladı genç kadın ve sırayla her birini tek tek elden geçirerek kendi sorusunu yanıtladı. "Bu, bir tarım fuarının açılış yemeği! Bu, bir anma töreni! Bu, bir nikah davetiyesi! Bu..."

Genç kadın içeriğini okuduğu her birini omuzunun üstünden savurarak destenin sonuna kadar geldi. Haşim tüm bu süre boyunca sabırla beklemişti. Genç kadının elinde tek bir zarf kalmıştı.

"Ve bu da..." diye devam etti Hanım. "Bugün saat dörtte katılacağımız nikahın davetiyesi!" Hızını alamayıp onu da savurdu.

"Öyle mi?" diye soran Haşim'in kaşları kalkmıştı. Sabredecekti ancak genç kadının buyurgan tavırlarından hoşlanmıyordu ve bunu onun da anlamasını istiyordu.

"Aynen öyle!" diye yanıtladı Hanım ve hırçın bir tavırla ekledi. "Beni bu eve hapsetmene izin vermeyeceğim!"

Haşim iç geçirdi. "Bu evde hapis değilsin," derken sesini yükseltmemişti. "Akşam yemeğinde evde olmak koşuluyla istediğin yere gidebilirsin. Üstelik bu yeni bir şey değil. Ne zaman şehre inmek istediğini söyledin de sana engel oldum?"

"Ama ben şehre sadece alışveriş yapmak için iniyorum!" diye sızlandı bu sefer Hanım.

"Başka ne yapmak istiyorsun?"

"Ne mi yapmak istiyorum!" diye ünledi Hanım. "Tabii ki insanlarla görüşmek, bir yerlerde oturup sohbet etmek ve belki onları eve davet etmek istiyorum!"

"İstediğin zaman arkadaşlarını çağırabilirsin." Bu da yeni bir özgürlük değildi. Zira geçen ay Binnur adındaki o genç kız, Hanım'ı ziyarete gelmişti. Gerçi genç adam onun, her hareketini korku dolu gözlerle izleyişinden hiç hoşlanmamıştı ancak gitmekte ısrar etmeseydi istediği kadar kalabilirdi.

"Ama hiç arkadaşım yok ki!" diye ünleyen Hanım'ın sesinin komşu çiftlikten duyulduğundan emindi. Ses, genç adamın kulak zarını da delip geçmişti.

"Bağırmana gerek yok," diye belirtti Haşim. Yüzü kaskatı kesilmişti. "Seni duyabiliyorum."

"Bağırmayayım öyle mi?" diye söylendi Hanım ve sinirinden titreyerek etrafına bakındı. Eline ilk geçen seramik bir kül tablasıydı. "Sen bana burada hapis hayatı yaşatmaya çalışırken, bağırmayayım öyle mi!" diye bağırırken elindekini genç adamın ayaklarının yanına doğru fırlattı. Kül tablası, taş zemine çarparak parçalandı. Haşim, çıkan sesin karısına zevk verdiğini söyleyebilirdi.

"Tekrar söylüyorum," diye belirtti Haşim sakince. "Burada kesinlikle hapis değilsin. Kabul edilebilir olmak kaydıyla istediğin kadar arkadaş edinebilirsin."

"Peki, huysuz ayı," dedi genç kadın ellerini beline yerleştirerek ancak bunu söylerken sesini alçaltmıştı. "Buna da cevap ver o halde. Sen gelen bütün davetiyeleri açmadan atarken ben, insanları tanımaya nasıl fırsat bulacağım?"

Genç adam bunu hiç düşünmemişti. Kayıtsız bir tavırla omuz silkti. Zaten şuan ne söylese kabul görmeyecekti. Genç adam bunu deneyimlerine dayanarak söyleyebilirdi. Ancak belli ki jestler de yasaklıydı. Zira genç kadın tekrar titremeye başlamıştı.

"Seni gidi duygusuz adam! Burada yapayalnız kalmamı istiyorsun ancak ne var biliyor musun? Sana bu zevki tattırmayacağım! Sen köhne evinde istediğin kadar saklanabilirsin ama ben bugün o nikaha gideceğim!"

Genç adamın dilinin ucuna ona ileri gittiğini söylemek geldi ancak bunu yapmadı. Onu daha çok kızdırmak değil öfkesini yatıştırmak istiyordu.

"Eğer bir davete katılınacaksa ancak birlikte katılabiliriz," diye belirtti. Ona nikaha gitmeyi kabul ettiğini bildiriyordu ancak kalçasına doğru gelen ahşap kitap ağırlığına yol vermek için kenara kayarken daha açık olması gerektiğini fark etti. Üstelik karısı gözyaşlarına boğulmak üzereydi.

Hanım, içinden çıkan cadalozun yaptıklarına inanamıyordu ancak ona engel de olamıyordu. Benliğinin deli bir cadı tarafından ele geçirildiğini hissediyordu. Ve bu tuhaf yaratık, genç adamın olduğu yerde sakince dikilmesinden hiç hoşlanmıyordu. Kendisi böyle çığırından çıkmışken o niye kontrolünü bir nebze olsun kaybetmemişti ki! O da bağırmaya başlasa, birkaç eşya kırsa öfkesi geçiverecekti!

Derin bir nefes alarak bunun bir yalan olduğunu kabul etti. Canı kavga etmek istediği için değildi bu hali. Onun çileden çıkmasına neden olan içindeki korkuydu.

"Sana izin vermeyeceğim!" diye bağırdı bir kez daha ve elinin tersiyle yanağını silerek devam etti. "Yapayalnız kalmam için gösterdiğin çaba işe yaramayacak! Kendime burada yeni bir çevre edineceğim ve sen buna engel olamayacaksın!" Atacak başka bir şeyler aradı ve oda kokusu olarak kullanılmak üzere içine esans konan minyatür bir vazo kaptı. "Beni başından savmana izin vermeyeceğim! Anlıyor musun? Bebeğimiz erkek de olsa kız da olsa beni göndermene asla izin vermeyeceğim!" Bu hararetli beyanatın ardından avucunun içine sığan narin objeyi genç adama doğru fırlattı ve ağır çekimde izledi. O kadar yüksekten attığının farkında değildi. Üstelik bu kadar iyi nişancı olduğunu da bilmiyordu. Birden gözüne çok tehlikeli görünmeye başlayan vazo, tam da alnına doğru yol alırken nefesini tutarak genç adamın kenara çekilmesini bekledi. Ancak Haşim kılını dahi kıpırdatmadı. Vazo gelip tam da alnının sol üst köşesine çarptı. Eğer kırılmayıp düşseydi fazla hasar yaratmayacaktı. Ancak o kadar narindi ki çarptığı anda paramparça oldu. Genç kadın gözleri yuvalarından uğramış şekilde ellerini ağzına bastırdı. Etrafa saçılan parçaların ardından yaradan süzülmeye başlayan kan, genç adamın kaşına doğru akıyordu.

Hala kılı dahi kıpırdamamış olan genç adam nihayet dile geldi. Her bir kelimeyi üstüne basa basa, sertçe söylüyordu. "Sen benimsin ve seni asla bırakmayacağım."

Genç kadın onun ne söylediğinin pek de farkında değildi aslında. İçine dolan pişmanlıkla acı çekmekle meşguldü. "Niye kenara çekilmedin?" diye suçladı onu boğulur gibi. Niye çekilmemişti ki, niye?

Cevap verirken genç adamın çenesi kaskatıydı.

"Bu gerçeği anlaman için kanımı dökmem gerekiyorsa dökerim. Son kez söylüyorum. Bu çılgın düşünceyi aklından sil! Bana on tane de oğlan doğursan seni bırakmayacağım." Derin bir nefes aldı ve gözüne girmek üzere olan kanı elinin tersiyle sildi. "Anla artık!" diye devam etti neredeyse hiddetle. "Senden asla vazgeçmeyeceğim. Sensiz yaşayamam!"

Hanım, önce kocasının alnına iki dikiş attı. Ardından da bir bebekleri olacağını söyledi. Onun yeterli şaşkınlık ve sevinç göstermemesine ise çok bozuldu. O kadar ki, genç adam bunu zaten bildiğini söylemek zorunda kaldı. Hanım nasıl anladığını sorunca da ona huysuz bir kısrak gibi davrandığını söyledi. Hanım önce kaşlarını çattı ancak sonra kahkahalarla güldü. Genç adam haklıydı.

KORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin