~12~

322 30 2
                                    

Teneffüs zili çaldığında kitabımı kapatıp, kalemlerimi minik kalem kutuma koyup, iki materyali de düzgün bi şekilde yan yana koydum. O an öğretmenin kalın ve tok sesiyle ne olduğuna ayağa kalkarak bakmaya çalıştım. Benim gibi kısa biri böyle sıraya hiç uymamıştı.
"Yine geçen sene ki gibi geç kaldınız Ilgar Bey! Bu sene böyle olmasını istemem! Müdürün yanına gitmek istemezsin!"
Bu bana dün sarılan çocuktu. Yerime oturup yanaklarımın kızarmasına engel oldum. Dün gece ki olay aklıma gelince yine çok utanmıştım. Bir de üstelik aynı sınıftaydık. Artık sınıfın ortasında sarılıp beni daha da utandırırdı. Yine ağlamış gözlerinle...
"Aslında hiç tanışmadığım müdürle tanışmak çok isterim."
Bu bilmiş böyle konuşunca Ankara'da ki okulum da bende böyle öğretmenlerle dalga geçiyordum. Ne kadar itici olduğunu görüp yine pişmanlık hissetmiştim kendimde.
"Hiç şaşmadım!" diyen öğretmen kızgın bir şekilde kapıya doğru yöneldi.
"Yarın müdürün yanında olursun eminim." diyerek kapıyı sert bir şekilde kapattı. Bende o adamın yerinde olsam kendini bilmiş ukalaya kızardım.
Ilgar tek koluna taktığı çantayla çok havalı duruyordu. En sağdan 4. sıra da olan bir kızın yanına oturdu. Kolunu kızın omuzlarına atıp dün oturduğu gibi yayılarak rahat bir şekilde oturdu. Gözlerimi onun üzerinden ayıramamıştım. Onu izliyordum. Bir an o kızın yerinde kendimin olduğunu düşündüm.
"Ne o, yoksa ondan mı hoşlandın?"
Ata'nın sesiyle ayılıp sert bir ifadeyle ona döndüm.
"Ne diyorsun sen ya?"
"Öyle gözüküyorda, yanakların da kızarmış hem." dediğinde ellerimi yanaklarıma götürüp Ata'ya göz çevirip kitabıma odaklandım. Yine mi birini seviyordum? Yine mi hislerime hâkim olamamıştım? Bu düşüncelerden kurtulup senin gibi bir ezik onu seçebilir ama o seni ASLA! diyen iç sesim sayesinde kendimi daha kötü hissetmiştim. Göz yaşlarıma hâkim olamayıp koşarak lavaboya koştum. Ilgar beni farketmemişti. Bu yüzden tanrıya şükrettim. Lavaboya geldiğimde yüzümü yıkamaya başladım. Bir el omuzuma dokununca suyu kapatmadan gözlerimi karıştırarak gözlüklü kıza baktım.
"Ne oldu yeni kız? Neden ağlıyorsun?"
"Önemli bir konu, seni ilgilendirmez."
"Zaten beni ne ilgilendirdi ki, kimse beni umursamıyor."
Gözlüklü kıza baktım. Üzülmüştüm ona. Burnumu çekip, gözlerimi sildim.
"O zaman arkadaş olalım mı? Ben Elis." dediğimde yüzüne gülümsedim. Biraz çekik gözlü kız bu habere sevinip güldü. Gülümsediğinde göz bebekleri kayboluyordu.
"Ben de Selin. Ilgar'ın ikizi gibi bir şey olurum."
O an şok olmuştum. Ilgar'ın bir ikizi vardı. Dün görmemiştim. Bu da Ilgar hakkında gizli bir bilgiydi. Selin'e şaşırmış gibi yapıp sonra gülümsedim. Birbirleriyle hiç alakaları yoktu.
"Kantine gidiyorum. Gelmek ister misin?" dediğinde kafamla onaylar gibi yapıp kantine indik. Birlikte çok şey konuşmuştuk. Ona o kadar ısınmıştım ki o bana sınıftan sevdiği çocuğu söyleyip ben de ona Mete'den bahsetmiştim. Ilgar'dan hiç bahsetmemiştik. Daha onu seviyor muydum bilmiyordum bile. Asla ama asla bu olmamalıydı.
Kantine geldiğimizde Selin bir tane simit almıştı. Ben de çikolatalı süt. Masaya oturup sohbet etmeye başlamıştık.
"Eee. Biraz daha Mete'den bahsetsene."
"Ayy... Yoksa bir şeyler mi oluyor?"
"Saçmalama kızım. Konu açılsın amaçlı." dediğinde gülüşmeye başladık.
"Benim lavabo ya gitmem gerek, beni burada bekler misin?" diye sorduğunda olumlu cevap verip yanımdan kalktı. Ben bir tane daha çikolatalı süt alıp yine aynı masaya gelip içmeye başladım. O ara Ilgar kantin kapısının önünde 2 arkadaşıyla beridiler. Onu görümce yüzümü gizlemeye çalıştım. Yeterince gizliyememiştim. Ilgar yanıma yaklaşmıştı. Sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Yüzüne bakmıştım. Diğer 2 arkadaşı görünürde yoktu. Sadece o biçimli lanet suratına bakıyordum. Sandalyeyi bana doğru çekip her zaman ki gibi yayılarak oturdu.
"Vay be şansa bak, aynı sınıf..."
Yüzüne hala bakıyordum. Hiçbir şey demedim.
"Neden ağladın?"
Beni görmüştü. Hem de yine ağlarken. Utanmıştım. Yanaklarım yine kızarmıştı.
"Sana ne." yüzüme doğru eğilip beni öpecek kadar yakın olmuştu. Hiçbir şey yapmadan onu izledim. Kalp atışlarım çok hızlanmıştı. İyice yaklaştıktan sonra kendimi geri çektim. Ardından kahkaha atmaya başladı. Ne yani bu kadar komik miydi? Benimle dalga geçiyor olmaydı. Ondan nefret ediyordum. Bu da bunun için başka bir sebepti.
"Seni öpeceğimi mi sandın? Sen benim için biraz şeysin... Nasıl desem. Ezik." dediğinde kalbimin ritmi bu sefer bozulmuştu. Kahkahaları beni sinir ediyordu. Ezik Elis ne kadar harika dimi. Kendime dayanamayıp ona hiç beklemeden cevap verdim.
"Sıra arkadaşın senin için şey gibi... YOLLU!" dediğimde kahkahası durmuş bana şaşırmış gibi bakıyordu.
"Kıskanıyorsun dimi ? İtiraf et." dediğinde yine gülmeye başlamıştı. Hiçbir şey dememiştim. Ilgar kahkaha atarken Selin'in sesiyle derin bir oh çektim.
"Ilgar, kendine uğraşacak başka biri bulamadın mı?" Ilgarla birlikte Selin'e baktık.
"Siktir Git."
Selin anlamamış şekilde Ilgar'a bir bakış attı.
"Ne dediğimi duymadın mı ikizim?"
Selin gözlerini devirerek çekip gitti.
"Arkadaşın seni sattı, gördün mü?" dediğinde Ilgar'a baktım. O harika yüzüne karşı ne bir tersleme ne de bir küfür cevabı yakışırdı. Yine cevaplamadım. Ilgar kahkasını kesip bize gelmek üzere olan arkadaşlarına baktı. Birinin elinde iki su şişesi ve bir tost, birinde de iki tane de tost vardı. Yanımıza geldiklerinde ikiside sandalye çekip yanımıza oturdular. Zayıf olan Ilgar'a tostu verirken diğer yapılı olan da su şişesini uzatmıştı. Ilgar ona alınanları önüne çekti. Suyunu içip kapağını kapattı. Diğer iki çocuk da tostlarını yiyordu.
"Bak bu dal parçası Engin. Diğer kaslı bebeğimde Boran." Ilgar'a bakmadan bitmemiş olan sütümden bir yudum aldım. Çikolatalı sütün vermiş olduğu cesaretle Ilgar'a döndüm.
"Sordum mu?" dediğimde hiç geçmeden cevabımı aldım.
"Lazım olur yavru."
Yavru kelimesini duyduğum da içim çok değişik olmuştu. Yanaklarım yanmıştı, kızardıklarına emindim.
"Ne o Ilgar Aleyna'dan sonra bu mu?" diyen adını Boran olduğunu öğrendiğim çocuğa ters bir bakış attım.
"Hayırlısı..."
Hiç geçmeden cevap verilmişti. Ilgar henüz yemediği tostunu bölüp bana uzattı.
"Biraz kilo al. Zayıf kızlar çok çabuk donarak ölür sonra da kurtlar yer."
Ilgar'ın bana uzattığı yarım tostu almayıp dün gece ki olaylar geldi aklıma. Bu sefer daha çok utanmıştım. Her yerimde yanma hissi vardı.
"Senin elinin süründüğü şeyi ne yerim ne de dokunurum." titrek bir sesle verdiğim cevaba hiç geçmeden cevaba cevap gibi birşey aldım.
"Mmm... Sert. En sevdiğim..." dediğinde daha fazla dayanamayıp hızla sandalyeden kalkıp bitmemiş olan çikolatalı sütümü orada bırakıp domates olmuş şekilde sınıfa koştum...

ŞIMARIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin