~9~

308 28 0
                                    

Dışarı çıktığımda soğuk hava içimi işliyordu. Lokantadan çıktığımda çok uzak olmayan hiçbir çocuğun olmadığı parka doğru gittim. Manzaraya karşı boş olan salıncağa oturdum. Yeni telefonuma saatin kaç olduğuna baktım. Saat 23.27'ydi. Evde olsam şuan uyuyor olurdum. Bu düşünceler aklımdan geçerken babamı aramam gerektiğini düşündüm. Arama yerine girip babamın adın bulup aramaya başladım. Birinci arayışımda açmamıştı ama ikinci arayışımda telefonu saniye geçmeden açmıştı.
"Efendim kızım." sesi yeni uyanmış gibiydi.
"Uyuyordun galiba baba, rahatsız ettim, nasılsın.?"
"Evet uyuyordum. İyiyim, sen nasılsın?"
"İyiyim işte. Annemden ne haber?"
Babam derin bir nefes almıştı. Sorumu cevaplamamıştı.
"Baba, annem diyorum nasıl?"
"Hâlâ hastanede..."
"Neyi varmış?" yine sorumu cevaplamamıştı.
"Neyi varmış diyorum baba..."
"Kanser..."
"Ne kanseri!?"
"Meme kanseri..."
Cevap veremeden gözlerim sel olmaya başlamıştı. Telefonu kapatıp üşümüş olan vücudum buz gibi olmuştu. Manzaraya gözlerimi dikmiş buğulu gözlerle hem ağlıyor hem de içimden küfürler ediyordum.
Aniden yanımda salıncağın sesini duydum. Yanımda ki salıncağa baktım. Bulanık gözlerle kim olmaya kavramaya çalıştım. Ilgar'dı o. İçeride ki gibi yine rahat oturuyordu.
"Üzüldüm..."
"Nasıl üzülebilirsin ki? Daha konuyu bile bilmiyorsun.!"
"Tahmin ettim..."
"Nasıl?"
"O küçük ela gözlerinden..."
Hah! Şimdi dalga geçme sırası mıydı?! Kendini çok bilmiş beyefendi!!
"İçini dökmek ister misin?"
"Hayır.! Asla.! Senin gibi..." dediğimde sözüm yarıda kalıp salıncaktan kalkıp koşar adımlarla karanlığın içine girmeye başladım. Bulanık gözlerimle etrafı görmekte zorlanıyordum. Etrafın karanlık olması işimi daha da zorlaştırıyordu. Lokantadan o kadar uzaklaşmıştım ki deniz kenarına gelmiştim. Ayakkabılarımı çıkarıp kumları ayağıma sürte sürte denize doğru yürümeye başladım. Hava soğuktu. Gözyaşlarıma vuran soğuk hava daha da üşümeme neden oluyordu. Denize doğru yürürken kolunu aniden biri çekip yüzünü bile göremeden bana sımsıkı sarıldı. Kollarımı ne ona sarmıştım ne de itiklemiştim. Sadece bebek kokan kıyafetini kokluyordum.
"Üzülmene değmez. Bu da acımasız dünyanın bir oyunu." dediğinde sıcak sesi, donmuş bedenini ısıtmıştı. Ritmi hızlanmış kalbim âdeta onun kalbiyle aynı anda atmaya başlamıştı.
Bir süre sarıldıktan sonra onu itikleyip kendimden ayırdım. Daha kim olduğunu kavrayamamıştım. Sadece bozuk sokak lambası sayesinde onun ağlamış kızarmış gözlerini görebiliyordum. Ağlamış...
"Kimsin sen?"
"Tanımadın mı?"
"Hayır..."
"Patronun..." dediğinde onun Ilgar olduğunu anlamıştım. Daha yeni tanışmamıza rağmen bu yapması beni utandırmıştı. Sözünün devamını duymadan lokantayı koşarak bulmaya başladım. Çok utanmıştım.
"Hey! Ortalıkta öylece koşuşturacağına benimle gel, burayı avucumun içi gibi bilirim." dediğinde uzaktan sadece onun karanlıkta duran biçimli portresine baktım. Sonrasında bacaklarım beni daha ayakta tutamayıp, gözlerimde karanlığa kendilerini atarak yere yığıldım...

ŞIMARIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin