~20~

243 29 2
                                    

medya: evrim ve elis'in son kez birlikte kaldıkları gece de yaptığı makyajlar.

Değişik bir okul sabahı kahvaltısından sonra sessiz bir araba yolculuğuyla okula vardık.

"Görüşürüz anneciğim."
"Görüşürüz Zümra Teyze."
"Görüşürüz kızlar."
Biz Selin ile birlikte inmiş Zümra Teyze'ye hoşçakallaşırken Ilgar arabadan çıkmıştı, araba ile arasında 4 adım vardı.
"Ilgarcım! Neden sen bir bir şey demiyorsun?"
Ilgar araba ile arasında 5 adım yapacakken durdu, ellerini kaldırdı. Arkası dönük şekilde "Hoşçakal anne görüşmemek üzere." Dedi ve yürümeye devam etti.
"Pekâlâ oğlum."
Zümra Teyze arabayı çalıştırdı ve okuldan uzaklaştı. Biz Selin ile Ilgar'ın arkasından 10 adım uzaklıkta okula doğru yürümeye başladık.

"Annene neden öyle diyorsun? Saygısızlık bu."

Diye Ilgar'ın arkasından seslendim. Yine şu ağzımı tutamamıştım. Kalbimin ritmi hızlanmıştı. Elimle ağzımı kapatmıştım.
"Sen bu işlere karışma."
Elimin arasından hiç beklemeden cevap verdim.
"Karışırsam ne olurmuş?"
Selin koluma vurmuştu. O da ileri gittiğimi anlamıştı. Aile konularına girmemem lazımdı. Bu konular özel konulardı.
Ilgar durmuştu. Bende o durunca durmuştum. Ilgar bana dönüp aramızdaki mesafeyi kapattı. Omuzumu sıkıca tuttu.
"Tamam. O zaman bir şeyi öğren şimdi. Annem bir orospu. Bu senin için yeter."
Ne...! Bu nasıl bir saygısızlıktı? İnanamıyorum. Annesi benim annem gibi kanser olsa ne hissederdi acaba. Yine o pis kelimeyi diyebilir miydi?
Omuzumu bırakıp okula doğru yürüdü. Ben arkasından bakakalmıştım. Bir kelime dahi edememiştim. Selin'in kolumu dürtmesiyle ayıldım. Aralanmış dudaklarımı kapattım. Şimdi ise kıpkırmızı olduğuma emindim.
"Bence buradan uzaklaşalım Elis. Dedikodular yayılmaya başladı."
Kolumu tutup yürümeye başladık.
"Ne dedikoduları?"
"Az önce yanımızdan geçen kızları duymadın sanırım. 'Ilgar'ı seven yeni kız' dediler."
Tamam işte bir bu eksikti. Bu okul başıma bela olmuştu.

4. Ders zili çalmasıyla yerimden kalktım. Selin'in yanına oturdum. Selin kitaplarını çantasına koyuyordu. Bugün bir gariplik olmuştu. Ilgar, Selin'in yanına oturmuştu. Neredeyse 2-3 hafta önce saçlarım yonulduktan sonra o hafta içerisinde Aleyna ile oturmaya devam etmişti. Şimdi ise intikamını almış yanında oturmuyormuydu? Bu fikir çocukça gelmişti bana. Bugün de bir garip davranıyordu. Umursamaz -zaten hep öyleydi de-, ciddi, sinirli...

"Kurt gibi açım. Bir an önce yemekhaneye inelim."
Dediğimde Selin kafasıyla onaylar gibi yaptı. Çantasından yemekhane fişini çıkardı. Ayağa kalkıp elimden tuttu. Birinin elimi tutmasını seviyordum. Kendimi yalnız gibi hissetmiyordum. Özellikle de annemin...

Yemekhaneye indiğimizde biraz sırada bekledik. Ama ettiğimiz sohbetler zamanın hızlı geçmesine sebep olmuştu. Bugün yemekte; mercimek çorbası, yoğurt, sarma vardı. En sevdiğim yemekler vardı bugün. Tabağımızı alıp arkalardan bir köşeye oturduk. Köşede ki masa zaten genellikle bizim masamızdı. Herkesin kendi yeri vardı denilebilirdi. Tabaklarımızı masaya koyup karşılıklı oturduk.
"Çözeceğim ve soracağım sorular var. Çabuk yiyelim."
İnek Selin...
"Benim de soracağım birkaç soru var. Birlikte soralım olur mu?"
"Tamam." Selin bana cevabı verirken sarmasından yiyordu.
"Ya onu bunu bırakta Ata neden bugün gelmedi?"
Bugün Ata okula gelmemişti, nedenini dahi bilmiyordum. Sabahtan beri Ata'sız oturuyordum. Ilgar ise... beni hiç umursamamıştı. Umursamaz ŞIMARIK!
"Valla ne bileyim Elis. Ben de bilmiyorum."
Selinden dedikodu kaçmazdı. O bilmiyorsa kimse bilmiyor demekti.
Ben iştahla yemeğimi yerken, Selin nazik ve yavaş bir şekilde yemek yiyordu. Bir de bana çabuk ol demişti. Selin'in yanına bir tabak koyulunca Selin ile birlikte irkildik. Tabağı koyana baktık. Şaşırmıştım... Ama alışmam gerekti. Bu Ilgar'dı. Yine aniden şaşırtmıştı beni. Daha önce öğle saatinde onu yemek yerken görmemiştim şimdi ise yanımızdaydı.
"Nereden esti kardeşim?"
Selin bu kelimeleri derken kardeşim 'e ağır vurgu yapmıştı.
"Canım sıkıldı. Yanınıza geldim... -durdu ve uzunca üfledi- daha doğrusu annem dedi böyle ol diye. Zorunluluk yani..."
"Neden annene 'orospu' dedin?"
Hazırsız bir sorum yeniden ağzımdan kaçmıştı.
"Elis... Bu sabah ne dedim sana? İleri gitme. Fazlasıyla kötü olabilir. İyiliğin için söylüyorum. Öyle iyilik düşünen biri değilim ben. Kıymetini bil." Dediğinde Ilgar'ın suratına baktım. Yemeğini yarılamıştı. Selin ise nasıl olduysa benden önce yemeğini bitirmişti.
"Ben kalkıyorum. Acilen hocaların yanına gitmem lazım, Elis sen beni bulursun. Bay..."
"Tamam."
Selin masadan kalkmış, yemekhaneden uzaklaşmıştı. Şimdi ise başbaşaydık. Ilgar ve ben...
"Bunu bilerek yapıyor." Diyen Ilgar'a baktım. Anlamsız bir şekilde suratına bakarken doyduğu belli olmalıydı ki küçük bir 'oh' çekip kollarını samdalyenin gerisine attı ve iyice yayıldı. Hiç dokunmamış olan yoğurduna baktım sonra yeniden anlamsızca ona baktım.
"Yoğurdunu yememişsin."
Ilgar yüzüne sinsi bir gülüş kondurdu.
"Evet anne. Yemeğimi yemedim. Dövme beni tamam mı anne?" Deyince küçük bir kahkaha attım. Bende yemeğimi daha yeni bitirmiştim. Ellerimi ve dudaklarımın kenarlarını peçeteyle güzelce sildim.
"Yoğurttan tiksiniyorum. Sülük gibi olması zaten sinirimi ayrı bir bozuyor."
Yine küçük bir kahkaha atmıştım.
"Sen bir şeyden tiksinmiyor musun?"
Ilgar'dan gözlerimi ayıramamıştım. Çok etkileyiciydi.
"Ben metallerin yani çatal kaşıkların birbirine sürtmesinden tiksinirim, huylanırım, nefret ederim."
Ilgar yeniden sinsice sırıtıp eline kendi kullandığı çatal ve bıçağı aldı. "Sakın yapma!"
Ilgar bu dediğimi aldırmamış olmalıydı ki çatal ve kaşığı birbirine sürtmeye başladı. O kadar iğrenç bir sesti ki tüylerim diken diken olmuştu.
"Ilgar yapma şunu!!" Dediğimde ellerimle kullaklarıma bastırmaya başladım, kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturdum.
"Ilgarr!"
Bu sefer sesim biraz yüksek çıkmış olmalıydı ki Ilgar elindekileri masaya bırakıp kahkaha atmaya başladı. Ellerimi kulaklarımdan çekip içime bir rahatlama girdi.
"Teşekkür ederim bay inatçı Şımarık!"
Evet Şımarık kelimesini daha yeni çıkarmıştım. Ankara'da bana en çok denilen lakap buydu.
"İnatçı Şımarık... Pekâlâ İnatçı Cadı..." yine o sırıtış üzerindeydi.
Dediğim şeyin karşılığını alınca gözlerimi devirdim.

"Lan... Annesi Müdüre vermiş kadının oğlu... Bu kız da annen gibi sana veriyor?!"

Yabancı sese doğru arkamı dönüp baktım. Esmer bir çocuktu. Pek ilgi çekici değildi. O bunları deyince Ilgar'a baktım. Yüzü buz kesmişti. Doğrusu acımıştım ona.
"Ne dedin sen!!" Diyen Ilgar sinirli bir şekilde sandalyeden kalktı. Sandalye yere düşmüş yüksek bir ses çıkarmıştı. Ilgar fena sinirli bir şekilde esmer piçin sandalyesini kendisine doğru geri çekti. Sarsılmıştı... Ilgar adını bilmediğim piçin yakalarından tutup kaldırdı.
"Elis'e bir daha laf etmeyeceksin anladın mı Kutay?!"
Cidden fazla sinirlenmişti. Yüzü kızarmıştı. Ve damarları belirginleşmişti.
"Elis adı demek.! Yeni adı orospu Elis o zaman hehe."
Yanaklarım kızarmıştı Kutay göz ucuyla bana bakıyordu. O an hiç beklemediğim anda Ilgar sesli bir şekilde bağırarak Kutay'a ayağıyla karnına sert bir tekme attı. Bense hiçbir şey yapmıyordum. Şoktaydım...
Aniden Ilgar'ın yanında serseri tipli üç çocuk belirdi. Ilgar'ı sık görmediğim için bunları da bilmiyordum. Biri elini Ilgar'ın omzuna koymuştu. Aralarında konuşmaya başladılar.
"Kardeş sıkıntı var herhalde devam edelim mi?"
"Sen yorma kendini başkan biz hallederiz."
"Aynen. Konu ne bilmiyoruz ama biz senden yanayız."
Ilgar 3 serserinin konuşması bittikten sonra hiç geçmeden cevap verdi.
"Eyvallah. Bu sikiğin işi benim için bitti. Ağır olmalı onun için."
Dediğinde bana doğru yürüdü. Yüzü kızarık değildi. Ama damarları hâlâ belliydi. Elimden sıkıca tutup beni masadan kaldırdı. Yemekhaneden hızlıca çıkarken Kutay'a baktığımda eli karnındaydı. Ağzında kan olduğunu görmüştüm. Ama o sapık sırıtış hâlâ üstündeydi...

ŞIMARIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin