Bölüm 32 - Siyah Boşluk

188 12 10
                                    


Müzik: Sing me to sleep - Alan Walker 

**

Dört duvar üzerime dört nala ilerlerken beynimde durmak bilmeyen müthiş karmaşa büyük bir zevk alırcasına beni baştan aşağıya hırpalıyordu. Dudaklarımdan dökülen iki kelimeyle Arto'nun suratına ihtiyatla oturan endişenin uzun bir süre silinemeyeceğini biliyordum.

Beyaz örtülü sedyenin kenarlarını zayıf parmaklarımla kavrayıp yerden belki bir karış yükseklikte asılı kalmış ayaklarımı yere bastım. 

Steve'in uzun kemikli bedeni bir kaç adım ilerimde geleceğimi sömürmeye hazır bir canavar gibi bekliyordu. Solgun ama sağlıklı görünen yüzüne kaydırdım yorgun bakışlarımı. Çökük yanaklarının altından yükselmeye hazırlanacak kahkahayı hayal edebiliyordum. Odanın alçak tavanına monte edilmiş üç sıra floresan lambanın çiğ beyaz ışığı belirgin elmacık kemiklerine vuruyor,koyu kahve gözlerinin altında birer yumru halinde kendilerini belli ediyordu.

Seyrek ve ince kaşlarını belli belirsiz havaya kaldırıp hızlı bir hareketle tek ayağının üzerinde bedenini döndürüp kapıya ilerledi. Yoğun sessizliğin içinde tok bir ses halinde beliren topuk sesleri beynimin duvarlarında o odadan çıktıktan sonra da yankılandı.

Ne olmuştu? Beni kaderimin kaçınılmaz kötü sonundan önce elimde kalan son dakikalarımla başbaşa mı bırakmıştı?

Arto ellerinin arasında ezip büzdüğü yün şapkasını düşük bel pantolonunun arka cebine tek seferde yerleştirdi. Yere sabitlediği düşünceli bakışlarını istemeyerek bana dokundurdu.

İçine düştüğümüz bu karanlık dehlizden bizi kurtarmayacağını bildiğim halde kan çanağına dönmüş gözlerine bakarak mümkün olduğunca inandırıcı olmasını dilediğim bir tebessüm verdim ona.

Çarpık tebessümümde dolaşan göz bebekleri irileşti. Nihayet kafasını sola doğru kaydırdı hızla. Enerjiden tek damla kalmayan bedenimin aksine o hiç bir şey yapamamanın verdiği çaresizlikle her saniye biraz daha hırçınlaşıyordu. Ayağındaki eski püskü deri botla sedyenin ona yakın ayağına sert bir tekme attı.

"Ne yani böyle mi olacak? Şimdi seni burada böylece bırakacak ve gidecek miyim?"

Kurumuş,kabuk kabuk soyulmuş dudağımı dişledim gözlerimi Arto'dan başka her yere dokundururken. Hayat düz bir çizgi değildi. Yokuşlar,engebeler vardı ayaklarımızın takılması ve hiç beklemediğimiz anda tepetaklak olmamız için. İlerlediğim düzlem herhangi bir yol bile değil gibi geliyordu ara sıra. Uçsuz bucaksız sonsuzlukta biri beni acı dolu bir hatıraya gömmüştü ve ben ne kadar çırpınsam da kurtulamıyordum.

Omuzlarımın üzerindeki büyük ağırlıktan mı bilinmez neredeyse yere değecek gibilerdi. Yer çekimine her an biraz daha karşı koymakta zorlanıyordum. Kaşlarımı kaldırarak Arto'nun uzun dalgalı saçlarının bir kısmını örttüğü yuvarlak yüzüne baktım. Ne kadar az zaman olmuştu oysaki. Öyle ki bir kaç gün yüzünü görmesem belki bir daha hiç anımsayamayabilirdim çehresini. Üzerimize tüm dünyanın enkazı düşmüş gibi bakıyorduk birbirimize.

Umutsuz ve çaresiz...

"İki yabancının bir haftada bile dost olabileceğini öğrettiğin için teşekkür ederim Arto. Bu hayattan sırf bu yüzden bile ümidimi kesmeyebilirim."

Yüzüne vuran ışığın gözlerinde biraz daha parladığını gördüm. Gözlerini kaçırmak istese de yapamıyor sanki benden gözlerini ayırırsa kaybedecek gibi bakıyordu. Bakışlarındaki buğuyu,kirpiklerinin dibine sıkışıp kalmış birer damla yaşı gördüğümde son dayanağımı da kaybetmiş,yıkılmak üzereydim. Yüzünü daha fazla görmeye dayanamadığım için aramızdaki mesafeyi kapattım kollarımı ona sıkıca sardım.

Yıldız MevsimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin