''İyi uykular, prensesim.''
Hayır, hayır, gitme!
Kollarımı uzattıkça o kişi benden uzaklaşıyor...
Tanrım, kendimi kaybediyorum. Aklım başımdan gidiyor, baktıkça uzaklaşan bir karartı var gözlerimde anlam veremiyorum ama bakmayı sürdürüyorum.
Beynim uyuşmaya başlamışken hızla yatakta doğruldum, elimle alnımı ovarak etrafa baktım.
Kenarda duran bardağı alıp sudan biraz yudumladım, hatırladığım son şey elimde kadeh ile beraber piyanonun yanına gittiğim idi. Sonrası ise derin bir boşluk... Muhtemelen annem uyandığım zaman bana güzel nasihatlarını kıyafetimi giydirir gibi üzerime bir güzel dokuyacaktı. Sakin olmaya çalışarak yataktan kalktım aklım rüyamda olsa da anneme sevecen görünmek daha öncelikli olmalıydı. Üzerimi değiştirip aşağı indim, annem kahvaltı masasında değildi zaten saat öğleni biraz geçmişti. Bahçeye açılan balkona göz attığım sıra annemin o kadınla oturduğunu gördüm, Tanrım ne diye geldi ki?
''Merhaba,'' diyerek selamladım hepsini. Kadın sevimli bir şekilde gülerek aynı şekilde selamladı.
''Lütfen, otur kızım.'' Dedi annem rica ederek, sesi alışılmışın dışında oldukça yumuşak ve sakindi.
''Nasılsın?'' diye sordu kadın bana bakarak.
''İyiyim, teşekkürler.'' Diyerek kısaca yanıtladım onu.
Başını salladı ardından elinde tuttuğu işlemeli mendille alnını silip tekrardan gülümsedi. Herkesin yüzünde garip bir ifade vardı ve ben ne olduğunu anlayamıyordum. Annem yeniden bana dönerek, ''Seni merak edip ziyaretimize gelmiş.'' açıklamada bulundu.
Kaşlarımı kaldırdım ama cevap vermedim veya teşekkür etmedim.
''Öylece yere yığılınca... Biz çok endişelendik, hayatım. İçkiyi fazla kaçırmış olmalısın.'' Dedi kadın, çok tedirgin görünüyordu. Sanki başka bir şeyden şüpheleniyormuş gibiydi, ama ne gibi başka bir şey?
''Evet, başıma da biraz ağrı yaptı.'' Dedim, annem bana bakıp dudaklarını büzüştürdü.
''Bu hafta olan bütün derslerini haftaya ertelettim. Düğün yaklaşırken senin hastalanma riskin var bu yüzden ders saatlerini haftada iki saate düşürdük.''
''Bana sormadan mı?'' Sesim beklediğimden daha yüksek çıkınca annem kadını bakışlarıyla kontrol etti sonra bana dönerek uyarıcı bir bakış atarak, ''Evet, babanla ortak kararımız.'' dedi.
İç çektim.
''Ve,'' diyerek atıldı kadın aradaki boşluğu değerlendirerek, ''beni yanlış anlama kızım fakat hekim kontrolünden geçmelisin. Biz saf kan aileyiz önem verdiğimiz şeylerden biri de alınan kızın inci gibi olması.''
Ne diyor yahu bu?
''İnci gibi derken?'' Annemle aynı ifadeyle kadına baktık, onun bundan haberi yok gibiydi.
''Bekaret,'' dedi annem, ''bekaretini kontrol etmek istiyorlar.''
Hiçbir şey diyemedim, dilim tutulmuş gibiydi. Ne erkekmiş diye düşünmeden edemedim yani bütün zahmete girip acıya katlanan benken bu benim açımdan hakaret gibi bir şeydi. Uzun sessizliğin ardından annem yeniden bana dönerek, ''İstersen sen biraz yürüyüşe çık.'' burada annem bana GİT demek istemişti. Bunu aptal olan bile anlardı herhalde.
***
Yolda yürürken ayağım taşa takıldı ve son anda kendimi düşmekten kurtardım. Omzumdaki pelerin ağırlık yapıyordu, onu çıkartmak için solgun ellerimi omzuma attığımda gözüme tam anlam veremediğim bir şeyler çarptı, tiyatro oyunu gibi... Kendi sesim kulaklarımda yankılanırken ellerimi pelerinden çektim, tam o anda yağmur yağmaya başlamıştı. Gökyüzüne bakarak inen ilk yağmur tanelerini selamlamaya başladım, onlar indikçe huzur buluyor gibiydim. İlerlemeye devam ettim, nehrin yanında yürürken ağacın yanında duran bir başka atı görünce, sahibini etrafta aradım. Ama kimse yoktu ve at yaralı görünüyordu, kendi atımı ağaca bağlayıp koşarak yanına gittim. Tedaviye ihtiyacı vardı, şanslıydı ki ben atların tedavisini yapabiliyordum. Islanmış toprağın üzerinde yaprak ararken oldukça paniktim çünkü at dizlerini kırıp yere oturarak başını bacaklarının arasına almıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile, yine de o tedavilerde kullanılan yaprağı aramaya devam ettim. Sayısız kere baktığım ağacın altında sanki kendi kendine belirmiş gibi o yaprağı görünce bunu bile düşünmeden sevinçle yerimde sıçrayıp koşarak yaprağı kaptım. Hep boynumda taşıdığım, annemin bana verdiği simyacıların tedavilerde kullandığı ilacı yaprağa sürdükten sonra yerden biraz toprak alıp atın arka tarafında açılan yarayı tedavi etmek için yaprakla yavaşça yarayı kapattım. At irkilmişti ama acısını aldıkça rahatladığı için kıpırdanması çok sürmedi. Yaprak bedenine yapıştığı vakit ön tarafa gidip başını okşadım. O da başını kaldırarak onu okşamama izin vermişti.
''Sahibin nerede acaba,'' bir kez daha, belki ipucu bulurum umuduyla etrafı ararken kendi atımdan başka hiçbir şey göremedim. Ayrıca at kaçmış gibiydi veya kaçılmış. ''bu yara nasıl oldu bilmiyorum ama söz veriyorum iyi olacaksın.'' At sanki beni anlamışcasına başını salladı. Gülümseyip çömeldiğim yerden kalktım o da benimle beraber kalktı, anında iyileşmiş gibi davranıyordu.
''Sen burada dinlen. Benim artık gitmem gerekiyor.'' Atın gözleri dolmuştu, hayır, ciddiyim. Gözleri doluk doluk bakıyordu yüzüme yinede artık gitmeliydim, çok yağmur yağıyordu. Pelerin garip bir biçimde beni sıcak tutsa da ıslanmama engel olamamıştı. Arkamı döndüğüm vakit atın başını sırtımda hissettim, dürterek ona bakmamı sağladı.
''Bak gerçekten git...'' Başıyla ormanın içini göstererek o yöne doğru döndü. Acaba onu götürmemi mi istiyordu?
Bayan Glaries'i alıp atın peşinden gittim. Yavaş adımlarıyla bizi bir yere götürüyordu, hem zaten yağmur da dinmişti dönüşüm daha kolay olabilirdi. İki atın ortasında bir yolda gidiyordum, ayağımın altında ezilen kurumuş yapraklar bile bana anımsadığım ama hatırlayamadığım şeyi gözüme sokuyor gibiydi. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından beyaz bir evin oraya vardık, at yavaşken aniden hızla koşarak bizden ayrıldı ben ve bayan Glaries de peşinden koştuk. At o kadar sevinmişti ki sanki yıllardır burayı arar gibiydi. Biz daha eve tam anlamıyla varmadan evin kapısı açıldı, bir kız koşarak atın yanına gitti ve boynuna özlemle sarılarak onu doya doya öptü. Yanlarına gittiğimde başını atın boynundan ayırıp bana döndü, sanki şimşek üzerine düşmüş gibi birkaç adım gerileyip etrafına baktı. Titrediğine bile yemin edebilirim. Birkaç saniye sonra ise kendini toplayıp sahte bir gülümseme ile yeniden yakınıma geldi, ''Teşekkürler, sana minnettarım. Akşam olmak üzere gitsen iyi olur.'' yüzüm düşmüştü. Kuru verilen bu teşekkürden ötürü başka bir şey vardı, sanki anneme sarılmayı hayal etmişim de bana sarılmamış gibi hissettiğim bir şeydi bu.
İç çektim. ''Önemli değil.'' Dedikten sonra Bayan Glaries'i alarak geldiğimiz yola geri döndüm.
Harry'nin Bakış Açısı
Julia'yı camdan gözlüyordum. Atını gördüğü an gözü kararmış bir şekilde ona koşmuştu. Cassandra'yı fark edememişti bile, bizler insan dışı varlıklar olduğumuz için yok olan bir şeyi yok olmak kalıbına girdiyse bile onu reddederek oradan çıkarırız. Onu ilk hatırladığımda yatağımda bir başka kadınla uyanmıştım, hala eksik şeyler vardı. Evdekiler de benim gibi bu tür şeylerle karşılaşınca onlara zamanla hatırladıklarımı ve yaşananları özetledim, o fedakarlık yapmıştı ama ben daha çok acı çekiyordum. Evet, zaman değiştiği için ruhumun bir kısmı hala benimleydi, hiç benden koparılmamış gibi. Sanki beynim bile ağrıyordu, onu hissetmeye her başladığımda bazı bölgelerde uyuşma meydana geliyordu. Önce gülüşüyle başladı her şey sonra gittikçe büyüdü, engel olamadım. Juliana bu olanlardan haberdardı ama biz bu yazılan tarihi değiştiremezdik. Cassandra'ya hatırlatamazdık çünkü yasaktı. Evet, iblisin ne gibi kural ve yasağı olabilir ki? Ben zaten kuralları bayıldığı gece üstü kapalı bir şekilde çiğnedim, benimle dans ederken çarpan kalbi ise beni bu konuda daha da yüreklendirmişti.
Julia, Cassandra'ya soğuk bir tavır sergileyerek onu hızla yolladı. Cassy afallamış bir şekilde etrafına bile bakmadan hızla gözden kayboldu. Kollarımı birleştirmiş camdan onu izliyordum, onun gözden kayboluşuyla beraber camdan başımı çekip Julia'ya döndüm.
''Neden ona her şeyi hatırlatmıyoruz?'' diye sordu Julia, üzgün ifadesiyle.
''Yapamayız, henüz bunu yapamayız.'' Dedim.
''Christian ile konuştun mu?''
''Henüz değil.''
Julia bana acıyarak bakıyordu, acımın yansımasını onun gözlerinde görüyordum.
''Onu hiç unutmadın değil mi?'' diye sordu kırgın bir sesle.
''Hiç.'' Dedim, ona baktığımda bana sarıldı.
''Onu getirmelisin, onu geri getirmeliyiz. Ona ihtiyacın var!''
Haklıydı, bu kez rolleri değişmiştik. Bilmediği bir evliliğe sürükleniyordu Cassy. Hiç mutlu olmayacağını bile bile girdiği bu yolda beni unutmayı seçmişti ama ona kızmıyorum çünkü ben ona kızamayacak ve hatta onu unutamayacak kadar aşığım. Bunu biliyorum.
AY NE ROMANTİZM VE TRAJEDİ OLDU YA :D BEĞENMEYİ UNUTMAYIN LÜTFENNN :)X -Lilith
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cold FLOW
Fanfiction''Soğuk, kan dolu şişelerin üzerinde parmaklarımı gezindirirken içim ürperti ile doldu, bir şeyler yanlış gidiyordu. Elbette yanlış gidecekti, bu insan hayatında 'Genel' olan şey değil miydi? Durun biraz, insan mı dedim? Hayır, kesinlikle insan deği...
