Gözlerimi açtığımda Jason sıkıca elimi tutuyordu. “Edith?” diye fısıldadı.
Gözlerimi ona çevirdim, sarı saçları dağılmıştı, sakalları çıkmıştı, mavi gözlerinde hüzün ile karışık mutluluk vardı.
“Rüya mı gördüm?” diye sordum.
Jason başını eğdi. Yatağın ucunda ayakta bekleyen Bradley’e döndüm. O da kötü durumdaydı. Rüya görseydim, onların bu durumda olmayacağı aklıma geldi. Yani gördüklerimi gerçekten yaşamıştım. Lanet olsun. O şey beni sürekli paramparça edip, tekrar birleştirip tekrar işkence etmişti.
“O sana ne yaptı?” diye sordu Jason.
“Ben.. Yıllardır uyuyor muydum?”
“Hayır, Edith,” dedi Bradley. Onun salakça davranışlarını bile gerçekten özlemiştim. “Sadece iki aydır baygınsın.”
“Bana çok uzun bir zaman gibi geldi de.” Yerimden kalkmaya çalıştım ve becerememiştim. Her yerim uzun zamandır kıpırdamadığı için tutulmuştu. Kendimi zorlayarak yatağın içinde bacaklarımı kıpırdatmaya çalıştım.
Uzun bir süre devam eden mücadelemin ardından bacaklarımı oynatabiliyordum. Yorganı üzerimden attım, Jason bana hayran hayran bakıyordu. “Seni çok özledim.”
Gülümsemeye çalıştım. O kadar acı yaşamışken hala gülümseyebilmek mi? “Bende seni,” dedim.
Ayaklarımı yere bastım, üzerimde sadece Jason’ın koyu renkli bir tişörtü vardı altımda da iç çamaşırım vardı. Umursamadım, o lanet adamın bana yaptıklarını unutabileceğimi sanmıyordum, ama sonuçta tekrar yaşıyordum. Kimse beni diriltip diriltip acı çektiremezdi yani. Her neyse.
Ayağa kalktım, bir süre dengemi sağlayamadım, Jason beni tuttu. “Hemen kalkmamalısın belkide.”
Tanrı aşkına, yıllardır bir sedyeye bağlı kaldım, diye bağırmak istedim, ama bağırmadım. Hatırlamamak için elimden geleni yapacaktım. Tabii o dehşet anlarını unutabilirsem.
Ayağa kalkabilmek bile bana huzur vermişti. Jason’a sarıldım, oda kollarıyla beni sıkıca sardı. Ben de onu gerçekten çok özlemiştim. O kadar uzun bir süre öylece durmuştuk ki, geri çekildiğimizde Bradley kaşlarını kaldırmış bizi izliyordu.
“Sana yiyecek bir şeyler hazırlayacağım, çok aç olmalısın.”
“İlk önce duş alacağım.”
“Hey, iki aydır hiçbir şey yemiyorsun,” diye itiraz etti Jason. “Sadece serum ile beslendin.” Eliyle yatağın başında ki serumları gösteriyordu.
“Pekâlâ, duş alacağım.”
Onu orada bıraktım ve banyoya doğru yürüdüm. Hızlıca aynanın karşısına geçtim. Hiçbir yerim kanamıyordu. Gerçekten her şey normale dönmüştü. Derin bir nefes aldım ve sıcak suyun altına girdim.
*
Duştan çıktığımda gerçekten huzur bulmuştum. Üzerime bir şort ve askılı geçirip, Jason’ın aldığı pizzadan biraz yedim.
Salona geçtiğimde, Bradley kahve ve sigara getirdi. İyi olmam için ellerinden geleni yapacaklarını biliyordum.
Sigaramı yakarken, yanımda oturan Jason, konuşmaya başladı. “İyi olduğuna emin misin?”
Başımla onayladım. Raphael mevzusunu açmaması için dua ettim, ama açacağını biliyordum. Sadece yeni geri gelmiştim ve biraz huzura ihtiyacım vardı.
“O sana ne yaptı?”
“Hatırlamıyorum,” diyerek yalan söyledim ve hızlıca bir duman daha çektim.
Jason bakışlarını Bradley’e çevirdi. Bradley ‘bilmem’ anlamında alt dudağını büzdü.
“Hatırlamadığımı söyledim Jason,” dedim. Sesim bu sefer biraz sert çıkmıştı.
“Pekâlâ, bir şey demedim zaten Edith.”
“Sana hatırlamadığımı söyledim, bana inanmak yerine, aranızda konuşuyorsunuz.”Jason gözlerini yere dikti ve hiçbir şey söylemedi. Alttan aldığının farkındaydım, ama bu konuyu deşmelerine, hatıralarımın canlanmasına izin vermeyecektim.
Bradley konuyu değiştirmek istercesine; “Sence yerimizi öğrenmişler midir?” diye sordu Jason’a bakarak.
“Eğer öğrenselerdi, çoktan gelmişlerdi. Güvendeyiz.”
Jason başını tekrar bana çevirdi. “Üzgünüm Edith. Gelir gelmez seni sıkmak istemedim, ama onun yaptıklarını öğrenmek zorundayım.”
“Neden?” diye sordum umursamazca davranarak.
“Eğer sana kötü bir şey yaptıysa ki yaptığını düşünüyoruz. Onu cennetten kovabilirim.”
“Sen artık cennet için çalışmıyorsun,” diye düzeltti Bradley.
“Öyleyse, kovdurabiliriz.”
“Artık baş melek değilsin Gabriel,” dedi Bradley. “Kovuldun. Bu yüzden kimsenin seninle iş birliği yapacağını sanmıyorum.”
“Michael,” diye fısıldadı Jason.
“Michael?” Bradley gülmeye başladı. “Michael’ın sana yardım edeceğini nereden çıkardın?”
“O benim kardeşim.”
“Raphael’de öyle.”
Jason dayanamayarak, “Bana yardım mı edeceksin, yoksa oturup dediklerimin olumsuz yanını mı tartışacağız lanet olası?” diye bağırdı.
“Olmayacak şeyler söylüyorsun,” diye itiraz etti Bradley. “Onlar Raphael’in ne yaptığını bilmiyor olabilirler, ama bize inanacaklarını sanmıyorum.”
“Deneyeceğiz.” Jason bana döndü, elini elimin üzerine koyarak, “Şimdi bana olanları tek tek anlatacaksın sevgilim, bizde ona cezasını vereceğiz.”
Hiçbir şey dememiştim. Hemen beni buna zorladığı için ondan nefret ediyordum. Suratımı asarak ona baktım.
Jason tekrar konuşmaya başladı. “Edith, Raphael’in sana ne yaptığını bilmiyorum ama zarar verdiğini biliyorum. Çünkü o öyle biri. Onu cezasız bırakamam. Ve sana ulaşma şansını tekrar ona veremem anlıyor musun?”
“Pekâlâ, anlatacağım.” Bir sigara daha yaktım, ağlamamak için kendimi sıkarak, anlatmaya başladım.
*
Onlara, Raphael’in bana yaptığı bütün işkenceleri anlatmıştım. Jason sinirden evin içinde yürümeye başlamış, küfür ediyordu. Bradley ise, gözlerini yere dikmişti. Dişlerini sıktığını fark etmiştim.
Jason bir süre sonra konuşmaya başladı. “Michael’ı çağıracağım.”
“Bunu yapmanı önermiyorum,” dedi Bradley gözlerini yerden ayırmadan.
“Sana ne önerdiğini sormadım, malzemeleri getir. Yarım saat içinde başlayacağız.”
“Neye?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Bradley çoktan Jason’ın dediğini yapmak için yerinden kalkmıştı.
“Michael’ı çağıracağım.”
“Michael kim?”
“Kardeşim. Benden sonra, görevimi o üstlenmiş olmalı.”
“Eğer bize yardım ederse, o da kovulmaz mı Jason? Tanrı aşkına, sadece kendini düşünme. Neden bize yardım edecekmiş ki?”
“Edith, ben kimliğimi açığa çıkardığım için kovuldum. Onun kim olduğunu zaten biliyoruz, kovulmaz merak etme.”
“Kovulduysan, odaya girdiğin zaman o adam nasıl kaybolmuştu?”
“Lucifer. Kendine Apotheosis denilmesini tercih ediyor, Tanrı’nın beden bulmuş hali demek. Onun nasıl kaybolduğuna gelince, odaya girdiğim zaman hala baş melektim, benim bulunduğum bir yere giremezdi.”
“Artık baş melek değilsin yani.”
“Hala öyleyim. Yerime daha biri seçilmedi. Görevlerimi Michael üstleniyor olmalı,” dedi Jason düşünceli bir tavırla. Masanın üzerinde ki eşyaları kaldırıyordu.
“Birinin seçilmediğini nereden biliyorsun?”
“Çünkü seçilseydi hissederdim,” dedi. Başını bana çevirerek gülümsedi. “Merak etme Edith, seni bütün belalardan kurtaracağım.”
“Ya çağıracağın şey bizi öldürürse?”
“Öldüremez.” Jason ciddileşmişti.
“Seni öldüremez Jason. Beni öldürebilir, sonuçta sana zarar vermek istiyorlar.”
“Bu Raphael’in kendi uydurduğu teorisi Edith, ben cezamı kovularak çekiyorum.”
Teslim olur gibi ellerimi kaldırdım, ne dersem diyeyim, lanet bir cevabı olacağını biliyordum. Onu artık yolundan döndürmek imkansızdı. O yüzden; “Yapabileceğim bir şey varmı?” diye sordum.
Jason başını iki yana salladı. Pekala, bende yardım etmem, burada öylece otururum.
Jason bir lanet savurdu, “Nerede kaldı bu Bradley?”
“Geldim,” dedi Bradley. Tanrım, onun geldiğini bile fark etmedim, nasıl görünmeden gelebildi. Elinde ağzı açık bir kutu tutuyordu.
“Malzemeler burada,” diye mırıldandı Bradley, kutuyu Jason’ın boşalttığı masanın üzerine koydu.
“Bıçak getir,” dedi Jason.
“Jason kimseyi kesmeyeceksin.” Kaşlarımı kaldırarak ona bakıyordum.
“Kimseyi kesmeyeceğim zaten, meleğim.”
“Bıçak neyin nesi?” Bradley çoktan bıçağı getirip masanın üzerine koymuştu.
Onu merakla izlemeye başladım. Kutunun içinden eski tahta kâse gibi bir şey çıkardı. İçine ufak ufak poşetlenmiş değişik şeyler atıyordu. Anlamaya çalışarak bütün dikkatimi oraya vermiştim. Jason üçüncü ufak poşeti de açtı kâsenin içine koydu. Aklıma babamın bana yaşattığı rüya gelmişti, böyle değişik ayinler falan. Her neyse Jason son olarak bıçağı eline aldı, ve sol avcunu kesmeye başladı.
Kısa bir çığlık attım. “Tanrı aşkına, ne yapıyorsun sen?!”
Jason bana dönmeden, “Michael’i çağıracağım.”
“Hepimizi öldürecek,” diye mırıldandı Bradley, ayakta durmaktan vazgeçip yanıma oturdu. Boş gözlerle Jason’ı izliyordu.
“Sence bu normal mi?” diye sordum.
Bradley gülümsedi. “Normal olmayan şeyi birazdan göreceğiz ve hiç hoş olmayacağına dair bahse girerim.”
Jason avucundan akan kanı kâseye boşalttı, daha kanıyla masaya şekiller çizmeye başladı, bir daire çizdiğini gördüm. İçine de garip garip semboller çiziyordu.
Daha yeni dehşetlerden kurtulduğuma sevinirken, yenisi peşimi bırakmıyordu. Lanet olsun!
Jason sözler mırıldanmaya başladı. Sanırım Latince konuşuyordu. Peki, lanet Latinceyi nereden öğrenmişti? Latince konuşabildiğinden bile haberim yoktu, birçok şeyden olmadığı gibi.
Jason garip sözlerini bitirdikten sonra, her yer sallanmaya başlamıştı.
“Deprem oluyor,” diye bağırdım. “Çıkalım buradan.”
Bradley gülümsedi ve kollarıyla beni sardı. “Deprem olmuyor, aşkım.”
Işıklar sürekli yanıp sönmeye başlamıştı. Her yer hala sallanıyordu. Cızırtı gibi bir ses duydum, ses artık gittikçe yükseliyordu. Ellerimle kulaklarımı kapadım. Ses kulak zarımı patlatacak gibiydi.
Aniden beyaz ışık her yeri kapladı. Işığın şiddetiyle gözlerimi sıkıca kapattım. Birkaç dakika sürmüştü, belki de daha çok. Bilmiyorum. Gözlerime artık bir şey vurmuyord, ışık gitmişti. Lanet cızırtı seside gitmişti. Gözlerimi açtım.
Jason’ın tam karşısında biri duruyordu. Görüşüm çok bulanıktı, çünkü ışık gözüme çok vurmuştu. Adamı bulanık görüyordum ama, duvardaki kanatlarının gölgesini net görebilmiştim.
Gözlerimi kırpıştırdım. Beni kollarına alan Bradley kaskatı kesilmişti.
Ve kanatlarının gölgesini gördüğüm meleğin sesini duydum. “Yukarıda herkes sizi arıyor, sen de beni ayağına çağırıyorsun. Aptallık diye buna derim, kardeşim.”