"Bugün ilk gününüz. Sizi fazla sıkmak istemem. Erken çıkabilirsiniz."
Rahşende Hanım'ın bu sözleri insaf ve vicdandan bir süredir uzak kalan paslı bedenimi adeta bir pas sökücü gibi sarsmıştı. Kaf veya Berkan dışında uzun zamandır ilk defa birinin bizim lehimize bir şeyler söylediğine şahit olmuştum, olmuştuk.
Şimdiyse bizi gelip alan tanımadığımız araba ve birçok sefer gördüğümüz ama tanımadığımız adam tarafından içinde debelendiğimiz bataklığa geri fırlatılmış, tekerlerin çamura bulanmaması için kaçıp gitmesini izlemiştik. Bu bataklıktan tek çıkamayan bizlerdik. Debelenmek boğulmak demekti. Ancak tepkisiz kalmak da yavaşça batmak demekti. Tek ayağımızı bile yukarı kaldırdığımızı hatırlamıyordum. Gigey'in önünde durduğumuzda kapıyı açmaya yeltenen Nora'nın kolundan tuttum.
"İçeri girmeyelim. Henüz değil," dedim.
Nora şaşkınlıkla bana baktı. "Rahşende Hanım'ın çok bitkili çayı kafa mı yaptı?" diye sordu.
"Nora," dedim. "Ben nefes alamıyorum. Bedeli ne olursa olsun kısa süreliğine de olsa nefes almak istiyorum. Lütfen. Bir kereliğine amaçsızca yürüyelim. İnsanların attığı çöplere bakmadan. İnsanların vücutlarındaki çöplere bakmadan. Bir kere de sıradan olan biz olalım."
Hidrolik prese yeni bir boyut kazandıran başımın iki yanındaki görülmeyen ama hissedilen plakaların yavaş yavaş başımı ezdiğini hissediyordum.
Nora elini yavaşça kapıdan çekti. Soğuk demirle buluşan eli benimkini buldu, soğukluğunu aralarında bölüştüler ve hızlıca yürümeye başladık.
Endişeli görünüyordu. Ben nasıl göründüğümü bilmiyordum ama endişeli olduğumu biliyordum.
Endişesini ilk dile getiren o oldu.
"Gizlilik diye bir kavramın bizim için geçerli olmadığını biliyorsun. Veya saklama diye bir seçeneğin."
Yorgunlukla kafamı salladım.
"Gün boyunca yapılması gerekenleri yerine getirirken bir de gitmemiz gereken yere hemen gitmek istemedi," dedim usulca.
Bu esnada caddeye çıkmış hızla yürüyorduk. Yetişmemiz gereken bir yer yoktu.
Ne kadar üçüncü bir kişi olarak yanımıza aldığımız sessizlikle birlikte yürüdük bilmiyordum ama en sonunda ileride bir bank görmüştük. Parkın bir parçası olan bu bank etrafı izlemek için güzel bir manzara sağlıyordu.
Banka otururken bacaklarımın titrediğini hissetmiştim. Sessizliğin de yanımıza oturması için biraz da kenara kaymıştık. Bir süre yerdeki çimleri izledik. Sonra sessizlik karşıdaki birbirine küsen iki küçük kardeşin yanına gidip onlarla oynamaya karar verdi. Nora da konuşmaya başladı.
"Bazen ensemde bir göz varmış gibi hissediyorum. Bu göz bazen bir kurtçuğa dönüşüp beynime ulaştığını ve içindeki bütün belgeleri kendine kopyalandığını; sonra hem beni hem de etrafımdaki en ufak ayrıntıyı bile dikkatlice izlediğini hissediyorum. Kukla bedenlerimizin iplerinin kimde olduğu zaten belli ama bir kuklanın bile efendisinin onunla işi bittiğinde yalnız olduğu zamanlar olmaz mı? Rahat bırakıldığı. Ellerinin, ayaklarının kenara düştüğü; iplerinin üstüne yığıldığı ve hareketsiz kaldığı..."
Nora da Hidrolik Pres Klübüne katılmıştı.
Başımı omzuna yasladım. Önümüzden ne kadar sağlıklı yaşamaya çalışırsa çalışsın her şekilde kanserden öleceğini bilmeyen; pembeli siyahlı şapka ve spor ayakkabılarıyla uyumu yakalamış iki teyze geçti. Sonra beraber yürüyüşe çıkan çift görüldü. Adam hararetle günde ne kadar yürürse kaç kalori yakacağını anlatıyor, kadın ise dişlerini birbirine bastırmış avcunun içine tırnaklarını batırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mystery / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...