"Afitap, kızım buraya gel de bana yardım et."
Masada yatan yaşlı kadına baktım. Gerçekten öyle miydi yoksa gece gördüklerimden mi bilinmez, kadın kızgın görünüyordu. Yüzündeki kırışıklıklar siniriyle daha da kırışmıştı Yıllar geçtikçe bir halka eklenen ağaç gövdeleri gibi yıllar onun da yüzünü çevreleyen kırışıklıklar oluşturmuştu.
Bir zamanlar kimlerin düşlediği veya belki de hiç düşünmediği dudakların kenarındaki çizgiler sinirle büzüşen dudaklarıyla belirginleşmişti.
Sanki öldüğü için sinirliydi. Belki de ölmeden önce sinirlenmişti ve sakinleşemeden ölmüştü. Belki de sinirli bile değildi ve ben her zamanki gibi hayal görüyordum.
Annem işlerin büyük bir kısmını halletmişti. Şimdi endüstriyel makyaj malzemelerini çıkarmıştı. Bir haftadır herhangi bir yaramazlık yapmamıştım. Beni çağıracağını biliyordum.
"Hangi renk far sürmek istersin?"
"Kırmızı," dedim. Annem beni sorgulayan bakışlarla süzdü. Dudağımı ısırdım, tırnaklarımı avcumun içine geçirdim. Sonra da tırnaklarımı uzatmalıyım, diye düşündüm. Acıtmıyor.
"Böylesine yaşlı bir kadın son yolculuğuna kırmızı farla uğurlanmamalı. Hem şuna bak ne kadar çirkin. Daha çirkinleştirmeyelim."
Başımı eğdim ve annemin sinirlenmemesini umdum. Bu esnada neden diye sorguluyordum. Neden kırmızıyı seçtim? Tırnaklarımı uzatmalıyım. Acıtmıyor.
"Bu seferlik yanlış kararını affediyorum çünkü yoruldum. Yaşlılarla uğraşmayı sevmediğimi biliyorsun. Hadi gel yap makyajı."
Hevesle annemin yanına gittim. Bu aletleri seviyordum. Yaşayan, nefes alabilen ve hareket eden insanların yaptığı geçici aldatmacaların aksine bu aletler deride kalıcı renkler oluşturuyordu. Bir bakıma sonsuza kadar sizinle kalıyor bile diyebilirdiniz. Bedeniniz çürüyene ve ruhunuz ebediyete kavuşana kadar en azından.
Ben sinirli kadının gözkapaklarını dikkatlice incelerken annem diğer çalışma aletlerini temizleyip toparlamaya başlamıştı.
"En nefret ettiğim şey şu yaşlı akrabalarını getirip önüme koymaları. Eceliyle ölüp gidenler için ekstra zahmete girmeye ne gerek var? Zaten yaşadığını yaşamış, son bir kez görüp ne yapacaksanız? Yaşarken gidip görmediyseniz bu sizin hatanız sonuçta."
Annemin konuşmasını dinlerken gülümsedim. Şu an söylediklerini dinlemek keyifliydi. En azından şikayet ediyordu. İçindeki nefreti kustuğu zamanlar yorucuydu sadece. O zaman o akıtılan zehir size de ulaşırdı çünkü. Ulaştığı zamanda da hayat enerjiniz çekilirdi, neye karşı olduğunu bilmeseniz bile içiniz nefretle dolardı. O sesindeki tonlama, sözcüklere vurgu yapması ve belirginleşen damarları eşliğinde sizin suskun kalmanız gerekirdi. Sadece otur, dinle ve tepkisiz kal. Masadaki kadına baktım. Hala sinirliydi, öyle de kalacaktı sanırım. Acaba o kime zehrini akıtmıştı? Veya bu kendisine akıtılan nefretin yansıması mıydı? Her türlü bir önemi kalmamıştı. Fazladan rujla belki hafif bir tebessüm oluşturabilirdik.
Annemin işi bittiğinde dönüp bana baktı.
"Seni daha fazla çağırmam lazım, kendini geliştirmen gerekiyor. Ben öldüğümde de bana böyle bir fahişe makyajı yaparsan seni rahat bırakmayacağımdan emin olabilirsin. İşte o zaman yanında koruyucu meleklerin olsa iyi olur," dedi.
Ben sadece başarısızlığın verdiği utançla kafamı eğdim. Sadece sözsel bir iletişimimiz olması beni son günlerde şaşırtıyordu. Normalde onu hayal kırıklığına uğratsam... Tırnaklarımı uzatmam gerekiyor. Acıtması lazım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Misteri / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...