(Tanıtım videosu multimedyada.)
Nereye gittiğimi görmek için ellerimle önümü yokluyordum. Buna rağmen yavaş yürümüyordum. Yıllar geçse de bir yere çarpacağım düşüncesinden kurtulamamıştım.
Değil Ay, Güneş bile aydınlatamıyordu sabahları bu depoyu. Bu yüzden geceleri de etraftakileri görmek pek kolay değildi. Sadece merdivenin başlangıcında küçük çirkin bir sehpanın üzerinde cılız bir ışık vardı. Zaten sehpa da ışık da olduğu yere çivilenmişti biz yerinden oynatmayalım diye.
Bir yandan yorgun bedenim bir o kadar yorgun ruhumu taşımak için kendini zorluyor, bir yandan da ben bir yere takılmamak için gözlerimi zorluyordum.
Herhangi bir eşyaya çarpmam söz konusu değildi. Çünkü etrafta eşya yoktu. Sadece yerdeki bir şeye basıp ses çıkarabilirdim. Fareler bazen kendilerinden büyük ses çıkarabiliyordu.
Normalde akşamları önümüzü görememekten şikayetçi değildik. Çünkü akşamları odamızdan dışarı çıkmazdık. Çoğu zaman da çıkmaya halimiz olmazdı.
Afitap her zaman düşünceli biri olmuştu. Kendisinin hayatta en nefret ettiği diyebileceğiniz iki şey vardı; karanlık ve sessizlik. Bunun dışında da birçok şey sayılabilirdi pekala. Zira Afitap, Doruk ve bir iki şey dışında neredeyse her şeyden nefret ederdi.
Karanlık ve sessizlik. Bu ikisinin ismi bile onu titretmeye yeterdi.
Karanlık demek bilinmezlik demekti. Ve insanoğlu bilinmezliğe düştüğünde tek bildiğini düşündüğüne; kendisine sarılırdı. Ama Afitap böyle değildi. Afitap ne olursa olsun başkalarına sarılmak isterdi. Başkalarını manipüle edebilen bir sülüktü Afitap.
Birçok insan karanlıkta kaldığında kendini sakinleştirmek için bulunduğu yerde ne olduğunu bildiğini hatırlatırdı kendine. Elektrikler kesildiğince kendi odanızdaysanız, "Burası benim odam. Korkacak ne var ki?" diye inandırırdınız kendinizi. Yani 'bildiğiniz' bir gerçekliğe. Sonra da kendinizle kalırdınız.
Afitap için bu söz konusu olamazdı.
Sessizlik ise en az karanlık kadar korkutucuydu. İşte en çok o zaman benliğinizle başbaşa kalır, burun buruna gelirdiniz. Sürekli kendisinden kaçan biri için bu kabul edilemezdi. Engellenmeliydi.
Zaten Afitap'a ne olmuşsa yalnız kaldığında, etrafında ses olmayıp dünyası karardığında olmuştu.
Odamıza giden yolu yarılamıştım. Burada bir yerden başka bir yere gitmek için gereken bütün adım sayılarını biliyordum. Kanepelerden bizim odaya, girişten merdivenlere, tezgahtan banyoya... Hepsini hesaplamıştım.
Ben temkinli ama titrek adımlarla odaya ilerlerken bir anda etraf beyaz ışığın en rahatsız edici haliyle aydınlanmıştı.
Keşke bu karanlıkta arkamdan beni öldürecek veya korkutmayı başaracak biri çıkma ihtimali olsaydı. Ancak maalesef arkamda flaşını açtığı telefonunu önüne tutan Doruk duruyordu.
Amacı yardım etmek değildi. Kendi yolunu görmek için flaşı açmış, beni veya ses çıkarmayı umursamadan az önce çıktığım odanın kapısını çarparak merdivenlere yönelmişti.
En azından üstünü giymeye zahmet etmişti. Gerçi ne yaptığı, pantolonunun fermuarını çekip çekmediği beni ilgilendirmiyordu. Gerisi Afitap'ın misafirperverliğine kalmıştı.
Onu görünce yorgunluğum yerini gerginliğe kısa süreli devretmiş, hızla odaya yürümemi sağlamıştı.
İçeri girdiğimde ardımdan tozlu kartonu siper etmiştim odanın girişine. O bizim çöp esanslı kapımızdı. Eve getirene kadar bükülmemesi için ne uğraşlar vermiştik...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Misterio / Suspenso"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...