Boşa düşmüşlüğün verdiği şaşkınlık. Yapacak hiçbir şeyin kalmamasının verdiği eksiklik. Kaçış yolu bulma gerekliliğinin verdiği baskı.
Berkan'a bir süre önce verdiğimiz pikeye sarınmış, içi hareket eden kutuyu izliyorduk. Nora'yla iyice birbirimize sokulmuştuk ve tünediğimiz koltukta bir hayli az yer kaplıyorduk. Berkan'ın kapısına dayandığımız andan itibaren neredeyse iki güne yakın bir süreçte aralıksız uyumuştuk.
Uyandığımızda ise dinçliğin aksine daha önce hiç hissetmediğimiz bir mayışıklık, bir yorgunluk ile karşılaşmıştık. En son neler olduğunu hatırlamamız için uzun uzun birbirimize bakmamız gerekmişti. Sonra ise her şey birer birer paltolarını portmantoya asıp zihnimizdeki döşeklerine uzanmışlardı. Fazlasıyla da kalıcıydılar kısacası.
Tek kalıcı olmayan şey bizim buradaki varlığımızdı. Hayır, sadece Berkan'ın evindeki varlığımız değil. Bu kokuşmuş zihniyetlerin çürüttüğünü şehirdeki varlığımız da buna dahildi. Afitap bize ulaşmadan gitmeliydik. Kaldı ki bu da pek kısa bir zaman dilimine tekabül ediyordu. Elimizdeki sıcak kupalara bir koalanın ağaç dalına asılması gibi tutunmuş, Berkan'ın gelmesini bekliyorduk. Bir yandan da karşımızdaki ekranda hareket edenleri izliyorduk.
İçimizde saatlerce uyumanın verdiği bir bulanıklık, belirsizliğin verdiği bir karışıklık vardı. Bir an önce her ne olacaksa onun olmasını istiyorduk. Bu bekleyiş belki de en acı olanıydı. Arada Berkan'ın bize gösterdiği tuşlardan ekrandaki haberleri açıp kendimize dair bir haber var mı diye kontrol ediyorduk ve bu çok değişik bir duyguydu. İnsan kendisinin bir cinayet zanlısı olarak haberlere verilebileceğine ihtimal vermek istemezdi. İstememeliydi de.
Sadece olayların gerçekliğini kavramak için bir şeyler arıyor gibiydik. Belki de puslu bir şekilde kalması daha iyiydi.
Koridorun orada gelen seslerle kafamızı çevirdik. Kapının kapanma sesini ayakkabı çıkarma hışırtısı takip edince oturduğumuz kanepede iyice dikleştik.
Berkan içeriye girdiğinde adeta ona değil, dudaklarının ilerlemesini izliyorduk. Ağzının içinden çıkan sözcükler her ne olursa olsun bizim için birçok şeyi değiştirecekti. Bir iyi anlamda, bir de paslı tahmin etme mekanizmamızın izin vermeyeceği kadar kötü bir anlamda.
Berkan oturduğumuz kanepenin kenarına geçtiğinde keyfimizi bozmamıştık.
"Nasılsınız?" diye sordu tereddüt içinde.
Bu soruya cevap vermek zordu. Nasıl hissettiğimizden emin değildik. Nasıl hissetmemiz gerektiği ise tamamiyle farklı bir faktördü.
Bizim yanıt vermekle ilgili yaşadığımız sıkıntıyı fark ettiğinde uzatmadan konuya girmesi gerektiğini anladı.
"Size bahsettiğim adamı buldum. İkna etme kısmı da maalesef size kalmış durumda. İnanın o konuda yardım etmek isterdim ama adamın anladığı iki dil var; para ve karşı cins. Malum bizde ikisi de olmayınca... Sadece yerini bulmayı başarabildik. Bu gece yola çıkmasaydı istediği parayı ne yapar eder bulurduk ama istediği meblağ bir anda çocuklarla toplayacağımız kadar değil. Kızlar ben ne di-"
"Bu gece mi yola çıkıyormuş?" diye sözünü kestim Berkan'ın. Bize karşı mahcup olmasına dayanamıyordum.
Burada kalmamız bile bizim için büyük bir lütufken bize borçluymuş gibi konuşması beni rahatsız ediyordu.
Beklediğimiz bir şeyin bu kadar yakın olduğunu duymak garip hissettirmişti. Yıllardır aradığımız kaçışa birkaç saat mi kalmıştı?
Berkan aklına bir şey gelmiş gibi yüzü aydınlandı, hızla ayağa kalktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mystery / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...