"Yeşil plastik çöp; boş. Demir çöp; boş. Lacivert plastik çöp; o da boş. Kısaca bugün; boş."
Ellerimi kendimden uzak tutarak yüzümü buruşturdum.
"Uydurma bir kere burada kıyafetlerin olduğu kocaman bir poşet var. Üstelik iyi muhafaza edilmiş. Sırf kirlenmemek için bakıp geçme. Akşam aç kalmak istemiyorum."
Nora'nın söylediklerinden sonra yere oturmuştum. Haftalık eldiven kotamı çoktan doldurmuştum ve çıplak ellerle çöpleri karıştırmak zorundaydım. Nora her zamanki gibi tutumlu davrandığı için onda bütün haftaya yetecek kadar vardı. Bugün de eldiveninin tekini bana vermişti. Hep böyle olurdu zaten. Ben savurgan olandım. O da ileriyi düşünen.
"Bugün günlerden ne ki?"
Buralardan pek gelip geçen olmuyordu. Bu yüzden sohbet edecek biri bulmak zordu. Genellikle yolu düşenler ya aceleyle bir yere yetişmeye çalışıyor, ya da bilmediğinden böyle bir gaflete düşüyorlardı. Kaldırım taşları kırık, yol ise delik deşikti. Bütün bir sokağa hakim olan koku ise paha biçilemezdi. Bir kere soluduğunuzda uzun bir süre etkisi altına alma özelliği vardı.
Nora sorduğum soruya gözlerini devirerek, "Hemen sürekli yanımda taşıdığım telefonumdan bakıyorum," diye karşılık verdi.
"Oradaki çürümüş elma çöpleriyle de fotoğraf çekilmeyi unutma," dedim çöpün kenarına umursamazca fırlatılmış artıkları işaret ederek.
Nora bana ters ters baktığında ben de etrafa bakınmaya başladım. Sağdan biri geliyordu.
Ayağa kalkıp ellerimi en azından görünen kirlerden arındırmak için salladım.
Karşıdan gelen kadına doğru yürürken kadın da duraksamıştı.
Bu durumlara alışalı çok olduğu için yürümeye devam ettim. Eğer kaçarsa başka birine sorardım. Az da olsa eninde sonunda birine denk gelirdik. Kadın etrafına baktı. Kaçacak bir yer veya sığınacak birini arıyordu.
Kadının yanına gittiğimde gülümsedim.
"Merhaba rica etsem saatin kaç olduğunu ve bugünün tarihini söyler misiniz?"
Kadının elleri titriyordu. Birkaç kere ağzını açtı, kapattı ve benden kurtulmak için yollar aradı. Bulamadı. Benim de sabrım taşmaya başlıyordu. Sadece içinde bulunduğumuz yılın hangi gününde, kaçıncı saatinde olduğumuzu merak ediyordum.
Şapşal kadın ojeli tırnaklarını çantasına atacak gibi oldu ama geri çekti.
"Şey benim telefonumun şarjı bitti. O yüzden bakamam canım iyi günler."
Solumdan geçip gitmeye yeltendiğinde bir kere daha önüne geçtim.
"O zaman kolunuzdaki benim yaşadığım her gün için bir lira attığınızda bile satın alamayacağım o saate bakabilirsiniz. Sahiden pek de güzel bir saatiniz varmış."
Korkak kadının alnındaki ter damlacıklarına baktım.
"Lütfen gerilmeyin. Teriniz gözünüze gelirse gözünüzü yakar, rimelinizi akıtır. Sadece bugünün tarihini ve saati soruyorum."
"O saat durdu, çalışmıyor ki. Bakın benim gitmem gere-"
"Çalışmıyor mu? Neden kolunuzda o zaman? İstiyorsanız verin ben yeni pil taktırayım. Üstelik bedava," diye sözünü kestim.
Kadına yaklaştığım her saniye titremesi daha da artıyor, topuklu ayakkabılarının üstünde daha da güçsüzleşiyordu.
Ceketimim delinen cebinden de Karam'ı çıkarmıştım. Kadın elime baktığında gözlerini büyüttü ve tam çığlık atmak için ağzını açtığında omzumda bir el hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mystery / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...