Çakıllı bir yolda ilerliyorlardı. Taşlar eski kamyonetin tekerleklerinin gücüne direniyor, kendilerini ezdirmemek için sinirle gıcırdıyorlardı. Rüzgarın en acımasız olduğu zamanda kamyonetin sürati de rüzgara iki küçük bedeni dövmesi için izin veriyor ve temas ettikleri yeri uyuşturuyordu.
Küçük kızlar, soğuğa birbirlerine sokularak karşı koyuyorlardı.
Kamyonetin arkasında sarsıla sarsıla ardlarında bıraktıkları yolu izliyor, çakılların etkisiyle dillerini ısırmamak için birbirine bastırdıkları dişlerinin neden olduğu çene ağrılarını unutmaya çalışıyorlardı.
Birbirlerine daha ne kadar yaklaşabileceklerse o kadar yaklaştılar.
Geride bıraktıklarını, önlerinde onları bekleyenleri ve şimdi olanları düşünmemeye çalıştılar.
Kamyonetin arkası genişti. İçine fazla eşyalı bir evden çıkarılan bütün ganimetler sığrıdırılabilecek kadar büyüktü. Ama onlar sadece sol köşeye sıkışmış, gözlerini yummuşlardı.
Bir süre sonra sarsılmalar hafiflemişti ve arabanın motoru da yerdeki çakıllara bağırmayı bırakmıştı.
Gergince etraflarına baktılar. Hava nemli, toprak ıslak ve bulundukları yer ıssızdı.
Düzensiz ağaçların çevrelediği belli belirsiz yol tek bir yere çıkıyordu; şu an önünde durdukları eve.
Hava da kararmaya başlayınca hiçbir kötü niyeti olmayan ağaçlar farklı şekillere bürünmüş, bu da küçük kızları huzursuz etmeye yetmişti. Üstelik daha yeni başlıyorlardı.
Evin etrafı her çeşit ağaçla çevrilmiş, bu bölgedeki tek ev olma özelliğini büyük bir ihtişamla karşılıyor gibi duruyordu.
Ön koltuktan bir erkek çocuğu indiğinde kamyonetin arkası gıcırdayarak açılmıştı. Sürücü koltuğundan da, "Gelin buraya," emri gelince büzülüp yok olmak istedikleri köşeden zorla ayırmışlardı kendilerini küçük kızlar.
Üstü bezden, altı da ince bir lastikten oluşan ayakkabıları yerle temas edince çakılların şekline boyun eğmiş, küçük kızlar taşların çıkıntılarını hissetmişlerdi ayaklarında.
Ürkekçe takip ettiler önlerinde yürüyen insanları. Onlar için yapılan planları bilmiyorlardı, bilemezdiler de.
Oğlan, giriş kapısı yola bakan evin içine girmek yerine etrafından dolaşmış ve arka tarafa yönelmişti.
Kadının, "Onu takip edin," sözleriyle küçük kızlar içeriyi göremeden, olası bir soğuk havadan kurtulma umutlarını da yerdeki çakıl taşlarında bırakmışlardı.
Arka tarafa ulaştıklarında çocuk durdu. Onlar da durdu. Çocuk onlara göz ucuyla bile bakmadı. Onlar da bakmadı. Gözlerini yere sabitlediler.
Evin içinden, derinlerinden, belki alt katlarından havlama sesleri geldi. Bu sahibini gören bir köpeğin havlama şekli değildi. Bu, farklı duyguları besleyen bir havlamaydı. En azından küçük kızlara öyle gelmişti.
İkisinin de bütün hareketleri ortak bir mekanizmaya bağlıymışçasına aynı anda hareket ediyorlardı.
Ağlamak istiyorlardı. Nerede, ne zaman, nasıl fark etmiyordu. İçlerindeki duygular o kadar üst üste gelmiş, o kadar katlanarak büyümüştü ki ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Bir keresinde sürekli gözleri sulu, burnu kızarık bir arkadaşları onlara ağlayınca geçtiğini söylemişti. Bu yüzden ağlamak istiyorlardı. Belki geçerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mistério / Suspense"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...