-22.BÖLÜM-

909 60 9
                                    



Multümedya: Bulut Barkın

BULUT

Yaşayan ölülere yas tutulmaz.

İlerlediğim sokaktaki duvarlarda yazan yazılardan en çok dikkatimi çeken bu olmuştu. Ne doğru bir sözdü ama. Yaşayan ölüler vardı dünyada, en başta da ben olmak üzere. Bir o kadar intihara meyilli, bir o kadar da meyilsiz. Neden bu dünyaya geldiğimi sorgulamayı bırakalı uzun zaman olmuştu, ne için yaşadığımı da. Hayatta değer verdiğin insanlar bir bir eksilince, anlıyordun yalnızlığın ne demek olduğunu. Ben hayatımda en çok aileme değer vermiştim ve onları da henüz on yaşımda kaybetmiştim. İkisini de... Bedenen yaşayan ama ruhen ölü bir adam olmuştum sonrasında. Belki bunun suçlularını tek tek mezara koymuştum ama değmişiti, pişman değildim. Üzüldüğüme, kırıldığıma hatta yıkıldığıma değmişti. Bir intikam değildi benimkisi, nefes almam için daha önce nefesimi kesen yaratıkların nefesini kesmem gerekiyordu.

Cani değildim, bu benim kendimi koruma biçimimdi. Böyle büyümüştüm ben, böyle adam olduğumu hissetmiştim. Herkes adam olamazdı, ne demişti bir şair ya da yazar her kimse işte, ''Adamlık ayrı, erkeklik ayrı. Herkes erkek doğar ama herkes adam olamaz.''

Geldiğim yıkık dökük eve baktım bir süre. Sobanın yandığını tüten bacadan anlamıştım. Nasıl yakmayı başarmıştı acaba? Onun gibi narin birisi değil soba yakmayı odunu bile eline alamazdı bence. Yavaşça eskimiş olan tahta kapıyı ittirerek rutubet kokan eve girdim. Aslında içi iyiydi. En azından üç gün önceden daha iyi eşyalarla donatılmıştı. Elimdeki yiyecek torbalarını mutfağın çatlak tezgahına bıraktıktan sonra sobalı olan odaya ilerledim.

Ne yapıyordu acaba şuan? Yavaşça kapıyı araladığımda koltuğun üzerinde büzülmüş bir şekilde uyuduğunu gördüm. Ellerini karnında birleştirmiş, huzurlu ve derin bir uykunun kollarına kendini bırakmış gibiydi. İçerinin soğumasını istemediğim için kapıyı kapattım. Havalar soğumaya başlamıştı. Yavaşça sobanın yanına ilerlediğimde içinde fazla odun kalmadığını gördüm. Duvardaki eskimiş saate baktığımda saat üçü gösteriyordu.

Daha sabahın olmasına çoktu ve soba sönerse üşüyebilirdi. Sobanın yanındaki kovanın içinden iki tane daha odun attım. Benim yüzümden hasta olmasını istemezdim. Yavaş harekelerle diğer koltuğa uzandım bende. Yorulmuştum, en çokta yaşamaktan. Gözlerimi kapatmaya çalıştım, uyumak istiyordum. Göz kapaklarım bana inat açılıp, uyumamak için cebelleşirken bir anda telefonum çaldı. Yanımdaki küçük kadının uyanmasını istemediğim için hemen açtım.

''Ne var, Miraç,'' dedim, sesimin fazla çıkmamasını sağlayarak.

''Abi görünmüyorsun ortalıklarda, hem...'' dedi ve sustu.

''Hem ne lan?''

''O kadın abi, o kadın burada yine,''

''Sikmişim o kadının hayatını, şuan onunla uğraşacak vakitte değilim, siktir et,'' diyerek telefonu kapattım. O kadını her gördüğümde depresyona giriyordum. Nedeni anılardı galiba, geçmişte değer verdiğim insanlardan şimdi nefret ediyorsanız anılar aklınıza gelince depresyona girersiniz. Ama şuan depresyona giremezdim, bakışlarımı uyumakta olan küçük kadına çevirdim. Şuan bu kadına göz kulak olmam gerekiyordu.

Gözlerimi araladığımda saat tam yediydi. Yavaşça koltuktan kalktım ve gözlerimi ona çevirdim. Hala uyuyordu. Üzerime ceketimi giydim, odanın içi soğumuştu. Koltuğun yanındaki battaniyeyi onun üzerine örttüm ve sobayı yakmak için ilerledim.

Aslında kadınlardan nefret ederdim ama bu kızı korumak istiyordum. Çaresizdi, umutsuzdu. Onu öyle sokaklara bırakmak bana yakışmazdı. Ben hiç kimseyi yarı yolda bırakacak biri değildim. Sobayı tutuşturduktan sonra, mutfağa ilerledim. Canı çekse de söyleyemeyeceği için getirdiğim yiyecek poşedinden kestane çıkardım ve sobaya yerleştirdim. Saatime baktığımda sekiz olduğunu gördüm. Artık gitme vaktim gelmişti, zaten o kestane kokusuyla uyanrdı. Yavaşça kapıyı açtım ve aynı yavaşlıkla kapadım, uyanmasın diye.

Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin