Eski bir ayakkabı fabrikasına getirmişti beni, polyanna. Burada evi olmayan gençler kalıyormuş. Ben onun misafiri olduğum için bana dokunmazlarmış. Yani en azından o öyle söylemişti. Yatağının kenarına oturdum. Etrafta kızlı erkekli bir sürü genç vardı. Hepsi de on sekiz yirmi yaşları civarındaydı. Kimisinin elinde uyuşturucu vardı. Burası bataklık gibi bir yerdi, tırsmıştım.
Herkes benim burada yeni olduğumu fark etmiş bana bakıyordu. Korkulu gözlerle polyannaya baktım. ''Hey gençler!'' diye bağırarak, benim üzerimdeki dikkatleri kendi üzerine çekti. ''Bu kız benim arkadaşım. Bir süre burada kalacak. Herkes ona göre davransın!'' diyerek yanıma oturdu. Açıklama yapmasının üzerine bakışlar üzerimden dağılmıştı. Huzurla nefes almıştım. Dikkatleri üzerime çekmeyi sevmezdim.
Sonuç olarak bir haftadır buradaydım. Rahatça uyku haplarımı alıp gece gündüz uyuyordum. Bazen de oturup polyannayla dertleşiyorduk. O da çok dertliydi be. Annesi bunu terk edip gitmiş babasını kaybetmiş. Tek kalınca da buraya sığınmış. Birde eroinman. Bir kere alışmış o maddenin damarlarında gezmesine. ne desem faydası dokunmayacak.
Elimdeki şarap şişesinden bir yudum daha aldım. Keş gibi bir şey olmuştum bu bir haftadır. İçiyordum, uyuyordum. Yemek gibi bir derdim yoktu. Bunun sonu nereye varırdı bilmiyorum. Başımın ağrısı hergün biraz daha şiddetleniyordu, umursamıyordum.
Kimse arayıp sormamıştı. Oysa ben biliyordum Bulut'un istese beni bulabileceğini. İstemiyordu. Bundan sonra tek tabancaydım. Kimseye eyvallahım olmayacaktı. Kendi başımın çaresine bakabilecek yaştaydım ben.
Polyanna birden kendini yere atınca elimdeki şarap şişesini bırakıp yanına koştum. Ne oluyordu? Ağzından beyaz bir sıvı gelmeye başlayınca korkuyla bağırdım.
''Koşun polyannaya bir şey oldu!''
Hiç kimse yerinden kıpırdamayınca daha fazla bağırdım. ''Ne bakıyorsunuz be yardım etsenize! Hadi!''
İki tane erkek geldi ve polyannayı biri kucakladı biri de dışarıya ilerledi. Bende arkalarından koşuyordum. Arabaya bindiklerinde hiç tereddüt etmeden bende bindim. Umarım ona bir şey olmazdı. Onun özünde iyi bir insan olduğunu biliyordum ben.'Tabi ya kesin biliyorsundur. Etrafına baksana ne biliyorsun sen!' diyerek yine beni azarlayan iç sesimi duymazlıktan geldim. Ölmesini istemiyordum. Öfkeyle sürücü koltuğundaki çocuğa baktım. ''Acele etsenize be!''
Çocuklar birbirlerine bakarak sırıttıktan sonra araba durdu. Geldiğimiz yer özel bir hastaneydi. İkisi de arabadan indikten sonra arka kapıyı açtılar ve çuvalmış gibi ikimizi de yere fırlatıp toz oldular. Ne yapacaktım? Bizi gören hemşireler hemen sedye istedi ve polyannayı hemen götürdüler. Bende yavaş adımlarla yürümeye devam ettim.
Bana yardım etmişti. Ona bir vefa borcum vardı ve bunu ödemeden dünyadan çekip gitmesini istemiyordum. Herkes gidiyordu. Her konduğum dal kısa zaman içerisinde kırılıveriyordu. Bıkmıştım. Yalnız kalmaktan korkuyordum. Usanmıştım. Ne olacaktı böyle? Hep kaybedecek miydim ben?
Acilin önünde öyle gezinirken biri kolumu tuttu. Bakışlarımı çevirdiğimde kaşlarım çatılmıştı, ne istiyordu bu? Nerden karşıma çıkmıştı gene? ''Nerelerdesin sen? Hem burada ne işin var?'' Omuz silktim. Gözlerimi bile açmakta zorlanıyordum. Kaşları çatıldı birden. Büyük bir ihtimal sarhoş olduğumu anlamıştı. Kolumdaki elini sertleştirdi. Kolumu çekmeye çalışsamda izin vermedi. ''İçerideki altın vuruş yapan kızın yanına mı geldin yoksa?'' diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım.
Kolumdan tuttuğu gibi beni hastanenin çıkışına sürüklemeye başladı. Ne yaptığını anlayamıyordum. Sarhoş olduğum için engel olma gibi bir imkanım yoktu. Beni koruma olduğunu düşündüğüm siyah giyinimli adamın açtığı arabanın içine soktu. Öfkeyle bağırdım. ''Piç misin sen! Ne yaptığını sanıyorsun?! O kız orada tek başına kaldı, lanet olsun!''
''Başkalarını düşünmeyi bırak,'' dedi ve kapıyı kapatmaya çalışan korumayı durdurdu. ''Esra'yı eve siz getirin,'' diye emir verdikten sonra kapıyı kapattı. Umursamadan bağırmaya devam ettim. ''Yanında olmam lazım, ona destek çıkmam lazım! Bırak beni hayvan!''
''Bağırma artık. Söylesene şu zamana kadar düşündüğün kaç kişi yanında?'' sesi benimkinin aksine yumuşaktı. ''O kız zaten altın vuruş yaparak intihar etmiş. Ölümü göze almış, hatta öldü bile.'' Sinirle saçlarımı yolmaya başladım. Dayanamıyordum, ne istiyordu bu! Sürekli laf sokup duruyordu bana. Üstüne üstlük haklıydı da. Allah kahretsin be!
''Alper boşanma davası açmış. Sana yardım-''
''Yardım falan etme be. Senden yardım isteyen mi oldu! Güvenmiyorum ben sana, neden aldın beni arabana siktir git ya!''
''Küfretme, seni evime götürüyorum. Şu keş halinden kurtul. Sarhoşluğunun etkisinden çık konuşacağız.''
''Konuşmak istemiyorum Yağız! Hem sen sevgilini neden yalnız bırakıyorsun?!''
Kaşlarını çatarak bana baktı. ''Esra benim kızım, aptal!'' diye bağırdı. O kadar yaşlı değildi daha, nasıl kızı olabiliyordu? Evli miydi? Neyse bunlar beni ilgilendirmezdi.''Evine gelmeyeceğim!'' diye bende bağırdım. ''Niyetim Alper piçi gibi seni evime atmak değil zaten. Evde ailemle yaşıyorum ben. Sakın öyle bir şey aklına gelmesin,'' dediğinde omuz silktim yeniden. ''Geliyorsun, konu kapanmıştır.'' Dediğinde diyecek bir şeyim kalmamıştı. Ne konuşacaktı?
-
Koskocaman aile köşkü gibi bir yere gelmiştik. Evin giriş kapısında kocaman ''ERKSANLAR'' yazıyordu. Böyle sanki çok soylu bir ailelermiş gibime gelmişti. Koruma kapımı açınca indim. Aynı şekilde arkamdan o da indi. Etraf çok güzeldi. Yemyeşil, çiçekler ve ağaçlarla süslenmişti bahçe tıpkı cennet bahçesi gibi.
Eve ilerlediğimizde Yağız kapıyı çaldı. Hala yürümekte zorlanıyordum. Kafam biraz dağılsa da hala üzerimden sarhoşluğumu tam anlamıyla atamamıştım. Kapıyı bu evin hizmetçisi olduğunu anladığım orta yaşlarda bir kadın açtı. ''Hoş geldiniz efendim.'' Diyerek tebessüm etti, ''Esra nasıl oldu, iyi mi?'' beni aldırmayarak sorduğu soruyu başıyla onayladı Yağız ve beni merdivenlere yöneltti. ''Annem gelince haber verin,'' dedikten sonra beraber üst kata çıktık.
Bana banyoyu gösterdi. ''Elini yüzünü yıka, sonra da koridorun sonundaki odaya gel,'' başımı salladım ve banyoya ilerledim. Elimi yüzümü yıkadım ve karşımdaki aynaya çevirdim bakışlarımı. Gözlerim şişmiş ve kızarmıştı. Altları sanki morarmış gibiydi. Dudaklarım kurumuştu, yüzüm çökmüştü. Sanki bu ben değildim. Sanki o cadı Didem kaybolmuştu. Gülümsemeye çalıştım. Ama başarılı olamamıştım. Eski kardeşleri ve sevdiği adamla mutlu olan Didem ÖZOK yoktu artık.
Söylediği odaya girdiğimde ayakta beni beklediğini gördüm. Neydi bu kadar önemli olan? Sandalyeye oturmamı isteyince oturdum. Zaten ayakta duracak halim yoktu. ''Didem,'' diye mırıldandı, ciddi bir ses tonuyla. ''Biliyorum üzgünsün. Etrafında kimseler kalmadı. Ama daha ne kadar yıpranacaksın? Daha ne kadar başkalarını düşüneceksin?''
''Rehberlik hocası mısın sen?'' diyerek lafını yarıda kestim. Bu neydi böyle ya!
''Bilmediğin çok şey var ve ben lafı uzatmasını sevmem. Hani holdingin yarısı benim diyordun ya,'' yapmacık bir şekilde güldü. ''Alper sana oyun oynamış öyle bir şey yokmuş.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)
Roman pour AdolescentsDidem için öyle kutsal bir kelimeydi ki ''Kardeş'' kelimesi. Onunla ilgilenen dört tane erkeği o kutsal kelimeyle anıyordu. Onların değeri Didem'in gözünde paha biçilemezdi. Birde Alper vardı. Beşik kertmesi, ilk aşkı ve ilk elini tuttuğu, ilk...