-18.BÖLÜM-

840 64 4
                                    


Yumuşacık gelen telefon melodisiyle gözlerimi araladım. İlk önce nerede olduğumu idrak edemesem de daha sonra bugün gezdiğimiz yerler ve daha sonra geldiğimiz bu çimenler gözlerimden bir film şeridi gibi geçmişti. Alper de telefon sesiyle uyanmış olacak ki telefona baktı ve açmadı. Merakla telefonun ekranına baktığımı görünce, telefonu gözüme sokarcasına gösterdi, ''Gizlim saklım mı var?'' Ekrana baktığımda Ali Arslan yazdığını gördüm. Biraz şaşırmış olsam da ''Hayır, sadece merak ettim,'' diyerek geçiştirdim. Neden abisini ismiyle kaydetmişti ki? Sonuçta abisiydi, abim, abi falan diye kaydedebilirdi. Bu adama çözmek gerçekten zordu.

Seri bir şekilde ayağa kalktı ve elini uzattı, ''gidelim artık,'' dediğinde bir şey demeden elimi uzatarak beni kaldırmasına izin verdim. İnanması güç olsa da saatlerce burada uyumuştuk. Bu çok garipti... Motorun yanına geldiğimizde bana kaskı uzattı ve motora atladı, bende kaskı taktıktan sonra hemen arkasına atladım ve beline sıkı sıkıya tutundum. O da motoru çalıştırıp ilerledi.

Buraya ne durumda gelmiştim ve şimdi ne durumda gidiyordum. Hayat gerçekten garipti, bir anınız bir anınızı tutmayabiliyordu. Gülümseyerek başımı onun sırtına dayadım. O bana doğru yolu gösteren adamdı. Ne kadar da iyi geliyordu bazen bana. Acaba beni rahatlattığı gibi bende onu rahatlatıyor muydum? Bu sorunun cevabını çok merak ediyordum.

Eve geldiğimizde hemen mutfağa koştum. Onun bana doğruları göstermesiyle hayata dönmüştüm. Hemen dolaptan sabah yemediğim o börekleri poğaçaları çıkardım. Yanına da meyve suyunu çıkarıp masaya dizdim. Alper'e baktığımda keyifle kapının pervazına yaslanmış beni izlediğini gördüm. Gülümseyerek onu masaya çağırdım. ''Gel acıktım, sen acıkmadın mı?'' diye sorunca gülümsedi ve ''Acıktım tabi,'' diyerek masaya oturdu. Meyve sularını doldurdum ve yemeğe başladık. ''bu iş böyle olmaz ki yemek yapman lazım senin,'' dediğinde gülümsedim, ''Allah Allah, bana ne, hem'' ağzıma kurabiyelerden birini tıkıştırdım. ''Senin yaptığın yemekler çok güzel,'' Alper de meyve suyundan bir yudum aldı, ''demek öyle,'' diyerek yanağımı sıktı, bir süre öyle kaldık, neden bilmiyorum ama süzdü beni. ''Melek gibisin...'' diye iç çekerek mırıldandığında, yüzüm düşmüştü. Melek demesini istemiyordum. Melek ismi bana kutsaldı. Kimse o ismi kullanamazdı, kullanmaması gerekliydi.

''Abin aradı, niye açmadın?'' diye sorduğumda omuz silkti, ''ararım daha sonra,'' güldüm, içten bir gülmeydi bu, ''insan abisini ismiyle mi kaydeder oğlum ya,'' Birden ciddileşti. Bunu ciddileşmesi için söylememiştim ama ciddileşmişti işte. Ne olduğunu anlamasam da sertçe elindeki çatalı masaya bıraktı, ''Bilmediğin şeyler hakkında yorum yapma,'' diye tısladı, dişlerinin arasından.

Pot kırdığımı anlayarak başımı tabağıma gömdüm. Yerin en dibine girmek istiyordum. Neden böyle bir şey söylemiştim ki? Of! ''Yemekten sonra dışarıya çıkalım,'' dediğinde sadece başımı salladım. Suçluydum, ne diyebilirdim ki? Yemekten sonra masayı toplarken bana yardım etmesine izin verdim. Ev işlerini bana yüklememesi hoşuma gidiyordu. Masayı toparlama işlememiz bittikten sonra, ''hazırlan da gidelim,'' dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. Odaya girdim ve üzerime elime geçen beyaz pantalonu ve mavi tişörtü geçirdim. Saçlarımı da tepeden topladıktan sonra odadan çıktım.

Salona indiğimde beni beklediğini gördüm. ''Motorla mı gidelim, arabayla mı?'' diye sorduğunda cevap vermeden dudak büktüm, fark etmez anlamında. Hala kendimi çok fazla suçlu hissetmem normal miydi? ''Yapma artık, suçlu değildin,'' diyerek önden yürümeye başladı. Bir şey demeden arkasından yürümeye devam ettim. Yeniden motora bindiğimizde kendimi kuşlar gibi hissetmiştim. Uçuyordum, özgürdüm...

Bir süre sonra geldiğimiz yere baktığımda bir park olduğunu gördüm. Burada ne yapacaktık ki biz? Motordan indikten sonra beraber aynı hizada yürümeye başladık. Bir sürü çocuk vardı yine etrafta. Hava kararmak üzere olsada kimse aldırmıyordu buna. Bir an Alper yanımdan ayrılınca telaşa kapılmıştım ama elinde en az on tane olan kocaman balonlarla gelince çocuk gibi el çırptım. ''bunlar bana mı?'' diye sorduğumda başını salladı. Kocaman sarıldım ona, ne mutlu etmişti bugün beni. ''Teşekkür ederim,'' dediğimde gülümsemekle yetinmişti. Elimdeki balonlarla çocuklara doğru ilerlemeye başladık. Çocuklar hayranlıkla balonlarımı izlerlerken onları yanıma çağırdım. Hepsinin eline birer balon verdikten sonra elimde son kalan balonu gözlerimi kapatarak bir dilek dileyim havaya bıraktım. Umarım dileğim gerçek olurdu, umarım her şey güzel olurdu...

Son balonda beni terk edip, özgürlüğüne ulaştıktan sonra beraber yürümeye başladık. Yürümeyi pek sevmesem de onunla yürümek güzeldi. Bir süre seesizca yürüdükten sonra yolun kenarındaki banklardan birine oturduk. İkimizde sessizdik, sakindik ve kavga etmiyorduk. Bu tuhaftı, her gün birbirimizi yiyorduk ya önceden. ''Herşeyin farkına varmamı sağladığın için eyvallah,'' diye mırıldandım. Hakkını yememek lazımdı, bana bugün çok yardımcı olmuştu. ''Sorun değil,'' diyerek geçen arabaları izlemeye devam etti. Hava kararmış ve meşhur İstanbul trafiği oluşmuştu.

Geçen arabaları hayranlıkla izlerken birden beyaz bir Range Rover gördüm. Şaşkınlıkla ağzım açık kalmıştı. o arabaya öyle hayrandım ki. ''Anam, Range Rover...'' diye mırıldandım. Alper benim bu halime kahkaha atmaya başlayınca kendimi toparlamam gerektiğinin farkına vardım. Ne vardı yani, ben arabaya aşık olamaz mıydım? O kahkaha atmaya devam ederken dayanamadım ve bende gülmeye başladım.

Bir anda beni kendine çekti ve sarıldı, ''Sen ne tatlı bişiysin ya,'' diye mırıldandı, kahkahalarının arasından. Güldüm, kalbim dayanamıyordu artık bir günde ikinci kucaklaşmaya. Kalbim ağzımdan bir kuş misali uçuk gidecekmiş gibi hissettim. Sanki o bana sarılınca ben sarhoş oluyordum. O kendine has beni rahatlatan, mayhoş eden kokusu yokmuydu...

Telefonumun çalmaya başlamasıyla kucaklaşmamız son bulacak sandım ama beni bırakmadı. Ekranda Playboy yazısını görünce hemen açtım ve telefonu kulağıma götürdüm. Alper de kulağını bana yaslamış telefonu dinliyordu.

''Efendim,''

''Alo canım nasılsın? Sana haberlerim var.'' Kaşlarımı çattım, ne haberiydi bu? Ben cevap vermeyince deavm etti. ''Üniversite işini biraz geç olsa da hallettim ben. Yarın dekanla görüşmeye gidersiniz, benim üniversiteden bir bölüm seçersin işte. Ücreti neyse ben-''

''Gerek yok Cenk sağol, bu kadarı bile yeter, ücreti ben öderim,'' dedikten sonra vedalaşarak telefonu kapadım. Hala Alper'in göğsünden kafamı kaldırmamış öyle dururken, ''Ne iş?'' diye sordu. Kafamı kaldırmadan, ''Hiiç,'' diye mırıldandım. ''Hani benim bir konumum yoktu sen öyle söylemiştin ya, üniversite okumaya karar verdim.'' Diyerek son noktayı koydum. Çok uzun zaman olmuştu bu kararı alalı, ama Cenk kardeşimin çok ilgilendiği bir konu olduğu için(!) aylar sonra cevap gelmişti.

''Hmm'' diye mırıldandı ve belimdeki kollarını sıkılaştırdı. ''Hangi bölümü okuyacaksın peki?'' diye sorduğunda dudaklarımı büktüm. ''Bilmem ki,'' diye mırıldandım. ''Mimar olayım bari, hem Ezgi gibi..'' Kollarını daha çok sıkılaştırdı, ''Hayır,'' diyerek saçımın içine bir öpücük kondurdu. Bu iki olmuştu, Allah'ım bir insanın öpüşü bir insana bu kadar mı etki eder?

''NE okuyayım peki?'' diye sorduğumda güldü, ''Bilmem cadılık bölümü varsa seni öğretmen atayalım,''

''Ha ha çok komik,'' diyerek yüzümü buruşturdum. ''Sana söyleyecek bir şey bulamıyorum,'' diyerek kollarından ayrılmaya çalıştım ama izin vermedi. Neden bu kadar yakındı son zamanlarda bana? Neden bu kadar iyi davranıyordu? Bu tavırlar hep sürecek miydi, yoksa geçici mi?bana hep böyle davranmasını ne çok isterim, ne mutlu olurum...

Telefonu çalmaya başlayınca beni bırakıp telefonu açtı. Bir anda beni, bırakıp telefonu açması sinirimi bozmuştu. Kim aramıştı ki? ''Alo?'' dediğinde karşıdan gelen o cırtlak sesi duyunca sinirle elindeki telefonu aldım. Ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana bakmaya başlayınca, o anın verdiği cesaretle dudaklarımdan kelimelerin dökülmesine izin verdim.''Ne istiyorsan bana söyle canım ben sevgilisiyim.''


Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin