8' Asıl Dünya

4.2K 284 76
                                    


Farklı dünyalarda, farklı zaman dilimlerinde dahi olsak, seni bulur, gözlerine mutlaka hapsederdim gözlerimi. O zaman orası bizim dünyamızdı. Yalnızca bizim.


Kokusunu aldığım birkaç dakika bana sıcaktan uyuyamadığım bir günde balkona çıkmışım hissi veriyordu. Yüzüme çarpan rüzgar, onun kokusuydu ve ben her içime çekişimde sarhoş oluyordum. Aşk itirafıma sessiz kalışı bir yandan çok sıcak bir yemeği boğazımdan geçiremiyormuşum hissi verirken bir yandan da diyeti bozan birinin uzun zaman sonra ilk kez pasta yiyor oluşu gibi garip bir huzur kırıntısı vardı içimde.

Umut ediyordum en azından. Bunu yapmamam gerektiğine dair söz vermiştim kendime hastane koridorlarında, ailem ellerimden kayarken... Ama yine de tutamamıştım kendimi. Annemin bana bıraktığı tek birşey varsa o da umut etmekti. Hiçbirşey olmasa da elimde umudum olduğunu söylerdi. Savaş benim için bir umut olabilirdi ya umut etmek için Savaş'a ihtiyacım vardı belki de... Bilmiyorum.

Ama bunların yanı sıra umut benim için; koşup giderken bir sokağın köşesinde, daha kurşun havadayken vurulup ölmekti.

Hızla açılan kapı ile kapalı tuttuğum gözlerimi açtım. Mine kapıda duruyordu. Savaş'ın omzuna yaslanmış bir şekilde karanlık odada oturmamız bence de çok normal değildi. Gözleri huzursuzlukla önce Savaş'a daha sonra ise bana kaydı. Ben sakin bir şekilde başımı huzur kokan o yaşam alanımdan kaldırdım. Savaş da ayağı kalkıp kapının yanında olan askılıktan montunu aldı. Mine sorgularcasına bakarken ikimize de birşey söylemeden Savaş odadan çıktı.

Mine sorarcasına hala bana bakıyordu. Cevap bekliyor olmalıydı. Ama ona hesap vereceğimi kim söylemişti?

"Daha bakacak mısın? Hadi eve gidelim artık." dedim ben de yerimden kalkıp.

Odadan çıktığımızda ayaklarım sanki bana ait değildi. Ruhum sanki bedenimden ayrılmış gibiydi. Bu muydu aşk? Adımlarını hissedememek miydi?

Arabaya doğru yürürken bir yandan da göz ucuyla Savaş'a bakıyordum. Ellerini asker yeşili kapüşonlu montunun cebine yerleştirmiş, başını yukarı kaldırmış gökyüzüne bakıyordu.


Bir an onun zihnine yerleşmek istedim. Düşünceleri, hissettikleri neydi merak ediyordum.


Bugün bir kez daha anladım. Hayatta ölümden daha beter birşey varsa, onun için ritmi bozulan bir kalbiniz varken, onun kalbinin ritmini hissedemiyor olmaktı.

Ayağıma gelen taşı yuvarladım. Gülümsüyordum. Herşeye rağmen belki bir gün duyarım diye geçirdim içimden. Sonuçta ben o gün söylemiştim. Basit, net, iki kelime...

Sevsene

Beni.

Bir kere daha söylersem ağzıma terlikle vuracakmış gibi davranıyor olması, gerçekleştirmeyeceği anlamına gelmezdi ki. Yani, gelmezdi. Değil mi?


Arabada genellikle Savaş'ın yeni bestesi hakkında konuşuyorduk. Ama benim aklım tamamen onun omzunun ne kadar güzel koktuğundaydı. Arada sadece gülümseyerek ona bakıyordum. Bunu farkedince bir iki saniye gülümsemesi yüzünde donuyor, bakışlarımı kaçırdığımda ise tekrar yola dönüyordu.

"Bunu yapmazdın... Durum vahim." dedi evin önüne geldiğimizde.

"Ne?"

Kaşlarımı kaldırdım. Bakışlarımı kaçırmamdan mı bahsediyordu? İyi ama...

Efsane elindeki anahtarla kapıya doğru ilerleyince arabadaki birkaç malzemeyi de Mine alıp eve girdi.

Kapıdayken içeri girmek üzere olan
Savaş'ı durdurdum. Dönüp sorarcasına bana baktı. Daha sonra ne diyeceğimi anlamışcasına çaktırmadan gülümsedi.

Sevsene Beni Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin