PÂYİDAR | 12: Aşkını Haykıran Prens

62.4K 3K 1K
                                    

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!

Bugünün öğleninde Gökalp'in sokakları hiç olmadığı kadar ıssız ve karanlıktı. Gökyüzüne toplanan kara bulutlar sert esen poyrazın da etkisiyle hızlıca ilerliyorlardı. Gök gürlüyor, şimşek çakıyordu. Gece başlayan sağanak yağmur yerini çiselemeye bırakmıştı. Soğuk havanın bedenime çarpmasıyla ürpererek kabanıma iyice sarıldım.

Kerem ve Berke ile okula gidiyorduk, Akgün de bize eşlik ediyordu. Saat öğlen on iki civarıydı. Kimseden çıt çıkmıyordu ve Kerem'in gözleri uykusuzluktan adeta çığlık atıyordu. Berke de kapüşonunu gözüne kadar çekmiş, ellerini ceplerine sokuşturmuştu. Akgün pisliği ise -gözlerindeki çapaklardan anladığım kadarıyla- daha yüzünü bile yıkamamıştı. Öğle vakti uykusuzluk çekilmezdi yani ama! Uykusuna en düşkün olan ben bile bu insanlardan daha dirayetliydim.

Hepimiz sessiz sedasız yolda bir süre yürümeye devam ettik. Kabanımın kapüşonunu ben de tıpkı Berke gibi gözüme kadar çekerken fazlasıyla mutluydum. Çünkü kendi sıcağımdaydım. Üzerimdeki kaban zaten bana bir iki beden büyük olduğu için içinde birazcık kaybolduğum doğruydu. Ama bundan şikâyetçi değildim.

Botlarımın altındaki ıslak taşlara baka baka diğerlerinin biraz gerisinde tek başıma ilerliyordum. Uzun sarı saçlarımı kabanın içinde bırakmadığıma pişman olmuştum çünkü esen rüzgârdan dolayı coşuyorlardı. Şimdi kapüşonumu indirip saçlarımı içeriye tıkmam demek donmam demekti ve ben de omuz silkerek bu düşünceme bir son verdim.

Araba geçmemesinden istifade ederek sokağın ortasından yürüyorduk, hatta ben önüme bile bakmıyordum. Sadece başımı eğmiş, adımlarıma odaklanmıştım ama çok geçmeden duraksamak zorunda kaldım. Çünkü kafam bir şeye çarptı. Hem de tahmin edin neye? O halde size minik bir ipucu, çarptığım şey nefes alıyordu. Kafamı yavaşça kaldırdım ve ona baktım. Yine tahmin edin bakalım o nefes alan şey neymiş? Bertan Kalenderoğlu'ymuş.

Bana, "Tünaydın." diyen adama bir süre bön bön baktım. Suratım asık, bakışlarım bomboştu. Benden cevap bekleyen Belalı -yüz ifademden olsa gerek- kaşlarını çatmıştı. Bir tepki vermem gerektiğini düşünerek ona ufak bir gülümseme yolladım, ardından da başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. Bunun yeterli olduğunu düşünerek yanından geçip gidiyordum ki buna izin vermedi. Ah, bu adam bir kere de istediğini almasa şaşardım!

"Bir tünaydın, demek de mi yok yani?" Dedi sol kaşını kaldırarak. "İnsan nezaket gereği der bari."

Ona olan boş bakışlarımı sürdürerek, "Ya ben insan değilsem?" diye bir soru patlattım. İlk başta bana anlamsız bir bakış attı, daha sonra ise kafasını iki yana salladı ve hoş bir şekilde güldü. Ona karşı duyduğum bu beğeniyle gözlerimi kırpıştırdım.

Birden, "O konudan ben de şüpheliyim." deyince, ilk başta buna şaşırdım. Ama daha sonra neyi kastettiğinin tam anlamıyla farkına varıp kaşlarımı çattım. Bu adam bana ne demek istiyordu?

PÂYİDAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin