Gökalp mahallesinde sonsuz aşkın ateşiyle kavrulan iki ayrı ruh...
Almina, geçmişi acılarla dolu küçük bir kadındı. Bir gün ansızın yaşadığı şehir olan Ankara'dan ayrılıp İstanbul'a taşınmış ve yıllar evvel kaybettiği babasının anılarının hâlâ soka...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!
Azad ağabey ayağa kalkıp, "Dilşad!" diye haykırarak sevdiği kadının yanına koştu. Kanlar içinde yere yığılan Dilşad abla, başından ve karnından vurulmuş bir halde gözlerini kapattı. Ne düşüneceğimi şaşırmış bir halde onlara bakakaldım. Azad ağabey, eşinin yanına çöktü ve onun başını dizine koydu. Ağlayarak ismini telaffuz etti, uyanması gerektiğini söyledi. Oysaki kadın uyanmadı. Bembeyaz gelinliği kana boğulmuştu. Ağlamaya başladım. Bu hiç adil değildi! Hayat böyle bir şeyi onlara reva görmemeliydi.
Elleri titreyen adam sevdiği kadının başını okşamaya devam etti. Nefes alışverişleri hızlıydı, yüzünde dehşet verici bir ifade vardı, "Olamaz," dedi hıçkırırken. "Bu olamaz... Dilşad ölemezsin, beni yalnız bırakamazsın!"
Etraftan feryat eden kadınların sesi duyuluyordu. Kollarında yatan eşinin kanı ellerine bulaşmıştı Azad ağabeyin. Öyle yoğun bir acı duyuyor olmalıydı ki, gözlerini, her an uyanır düşüncesiyle sevdiği kadından ayıramıyordu. Boynundan bakarak nabzını yokladı. Ardından daha çok endişelenerek, "Ambulans çağırın!" diye bağırdı. Oysaki ambulans sesleri bulunduğumuz ortamı çoktan esiri altına almıştı.
Bu süre zarfındaysa Mervan, Dilşad ablaya şöyle bir baktıktan sonra, "Böyle olsun istemezdim." diye fısıldayıp polisleri ve diğer birçok insanı da peşine takarak kaçmıştı. Bu kadar adi bir insan olduğuna inanamıyordum. Saplantı haline de getirse yine de Dilşad ablayı sevdiğini sanıyordum. Bir insan nasıl sevdiğini öldürme girişiminde bulunurdu ki?.. Kadını başından vurmuştu! Şimdi ne olacaktı?
Meryem de bacağından vurulmuştu, yerde acılar içinde kıvranıyorken Mert ağabey onun yanında ecel terleri dökmeye başladı. Sürekli papağan gibi, "İyi misin?" diye sorup duruyor, Meryem'in ağlamalarıyla çileden çıkıyordu. En sonunda onu tutup kendine çekerek sıkıca sarıldı ve "Geçecek, korkma." diye fısıldayarak başını okşamaya başladı. Çok endişeliydi ama aynı zamanda da sakindi. Panik yapmamaya çalıştığı o kadar belli oluyordu ki tarifini yapamazdım. Meryem, "Canım acıyor." diye ağlıyor, sanki kendisi de acı çekiyormuş gibi Mert ağabey de gözlerini sıkıca yumuyordu.
Mehmet ağabey o sırada donup kalmıştı. Hani bir insan korkudan ne yapacağını bilemez ve şok içinde öylece kalırdı ya, Mehmet ağabey de aynen böyleydi. Yerde acı içinde kıvranan Meryem'e bakarken transa geçmişti. Belki şu durumda birinin onu sarsması ve kendine getirmesi gerekiyordu ama şu an herkes kendi derdine düşmüşken Mehmet ağabey birinin onu kendisine getirmesini bekleyemezdi. Bunu kendisinin başarması gerekiyordu. Neyse ki kısa bir süre içerisinde bunu başardı.
Ben de tıpkı Mehmet ağabeyin az evvelki halindeki gibi donup kalmış olan bedenimle bütün olayları kaçırmadan izliyordum. Kaçırmadan izliyordum, demek yanlış tabir olurdu; donup kaldığım için izlemekten başka şansım yoktu, demeliydim. Gözlerimden sıcacık yaşlar boşanırken birinin ellerini belimde hissettim. Bir anda içimde öyle bir öfke peyda oldu ki bu öfke adeta başımı ağrıttı. Selim hala fırsatçılık peşindeydi! Bütün bunlar olurken o nasıl bunu düşünebiliyordu, aklım almıyordu. Hırsla ellerini belimden indirerek arkamı döndüm.