1

9.7K 296 30
                                    

Ateşin denize, siyahın beyaza, Güneş'in Ay'a duyduğu özlem gibidir aşk. Oysa hepside gönüllüdür değişmeye. Aşk için değişip bir olmaya...

Ben Sıla AYDOĞDU. 21 yaşında ve bir yıldır hemşire olan bir kızım. İnsanlar için elinden geleni yapan, yardımseverlik açısından hiç düşünmeden koşan birisiyim. Şimdi de evim ve ailemden oldukça uzak bir kasabada hemşirelik yapmaya gidiyorum. Kendim istemiştim uzak ve kasaba gibi bir yer olmasını. Çünkü şehirdeki insanlar bir şeylerin kıymetini bilmiyorlar. Insanoğlundan şaşırılmayacak bir durum zaten.

Ama o kasabada yardıma muhtaç çok insan var. Küçük bir hastane ve bir doktor o kasaba için oldukça kötü bir durum.

Dağ kısmına gelirsek benimde korkularım var. Ama şunu hep tekrarlıyorum kendimi avutmak için. Korku olmazsa, cesaret hiç yoktur.

Kafamı cam tarafına çevirip akıp giden ağaçlara bakarken derin bir iç çektim. Uçak ile buraya gelmiştim ve kasabaya inmek içinde minibüsle ilerliyordum. Bir çok kişi vardı minibüste. Çoluk çocuk, yaşlı, genç ve hamile kadınlar...

Burada hep anne babaların yüreği sızlarmış acı çektiklerinden. Şehit asker kaybıda bulunuyormuş bu kasabada. Önüne gelen dağlara çıkıp eşkıya olurken bunlar hep gözümü korkutmuştu. Benim de buraya gelme cesaretim aslında buydu. Ben insanların yarasını tedavi etmeye, ağlayan annelerin göz yaşlarını silip, onlara teselli vermek içinde gelmiştim. Her ne kadar beni bu karardan caydırmaya çalışsalarda ben bu düşüncemin hep arkasındayım. Tabii kendi anneme daha teselli verememiştim.

Babam ve annem buraya gelmemi izin vermemişlerdi ama biraz duygusallaşarak onları bir hafta da zor ikna etmiştim.

Araba birden fren yapınca olduğum yerde öne doğru düşüyordum ki koltuktan tutundum. Çığlıklar yükseldiğinde ben hâlâ şoktaydım.

"Çıkın dışarı!" Kalın sesli bir adam elinde tüfek ile teker teker herkesi kolundan tutup yerinden kaldırdı ve dışarıya fırlattı. Yüzü yarıya kadar siyah bir atkı gibi kalın bir şey ile kapalıydı.

"Çıkın lan!" Dediğinde yanımda ki 45'li yaşlarında ki bir kadın beni kolumdan tutarak kaldırdı. "Kalk kızım hadi." Diyerek yürüttü ve dışarı çıkardı bizi. "Ne... Ne oluyor?" Diye kekelediğimde teyze rahat bir şekilde cevabımı verdi. "Eşkıyalar kızım." Umursamazca konuşmasına kaşlarımı çatarak tepkimi gösterdim.

"Ne?!" Şaşkınlık ve endişe tüm bedenimi sararken teyze bir şeyler dedi. "Onlar ne derseler desinler, sus." Sonra önümüzde altı kişi belirdi. Hepsinin yüzü kapalıydı. Dördü genç iken diğer ikisinden birisi yeni yeni yaşlanmış diğeri ise 45'lerinde vardı.

"Kesin lan sesinizi!" Diye tekrar bağırdıklarında etrafta ki korku sesleri ve mırıldanmalar biraz olsun azalmıştı. O sırada iki kişi daha geldi. İkiside gençti. Ama bir diğeri yaralı olucakki boşluğunu tutarak diğerinden güç alıp ilerliyordu.

"Aranızda bir hemşire var biliyoruz! Şimdi. O yanımıza gelecek! Eğer gelmezse hepiniz gebereceksiniz! Yanımıza gelip bu yaralıyı iyileştirirse belki ölmekden kurtulursunuz!" Başkan gibi gözüken konuştuğunda korkum arttı. O hemşire bendim.

"Bizi zorlamadan çıksın o hemşire!" Diye bağırdığında korku beni titretmeye başlamıştı. "Madem susuyorsunuz, de hayde bulun şunu!' Adam orada ki gençlerden birisine emir verdiğinde genç tek sıra halinde duran bizlerden dört yaşlarında ki bir kız çocuğunu ve annesi gibi gözüken ağlayan hamile bayanı kolundan sürükleyerek bizden uzaklaştırdı.
Küçük kız korkudan annesi gibi ağlarken ikisinin de başına silah dayamışlardı.

"Hayır! " Diye bağırdım birden. "Masum insanlara -ki zaten burada ki herkes öyle- böyle davranamazsınız! Dağdan gelme öküzlüğünüz ile hamile bir bayanı ve bebeğini büyük bir riske atıyorsunuz! Hemşire benim!" Bir adım öne doğru ilerledim. Ama yinede bırakmamışlardı hamile kadını ve küçük kızı.

"Zaten kıyafetlerinden ve dilinden anlaşılıyordu. Getirin şunu!" Yanıma yaklaşan adam ile tedirginliğim arttı.
Yeşil montumun kolundan tutarak sürükledi beni.

"Bırakın beni! Ben asla yardım etmem böyle hainlere!" Diye çırpındığımda çoktan adamın önüne doğru itmişlerdi beni.

"Senin dilin ne de güzel açıldı böyle." Dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Hayde! İşini yap!" Diye kükrediğinde irkildim.

"Ben elimi asla onun pis kanına sürmem!" Diye bağırdım kendimi tutamayarak. "Ne demek sürmem lan?! Ya yapacaksın yada geberip gideceksin! Anladın mı lan beni?!" Diye kükrediğinde korkudan titresemde ellerimi cebime koydum.

"Bana bak dağdan inme yaratık! Sen bana asla emir vermezsin! Ayrıca ben sürmem dediysem sürmeyeceğim! Hangi masum birisinin canını almaya teşebbüs ettiniz ki bu pislik yaralandı ha?!" Adam bana bir adım yaklaştığında iyice tedirgin oldum.

"O zaman ölüp cehenneme gidiceksin." Dediğinde dolan gözlerimle birlikte dişlerimi sıktım. "Ben öncelikle size yol vermeyi düşünüyorum." Yaralı genç öksürüp yere düştüğünde arkadan gelen silah sesleriyle bende çığlık attım.

"Gebericeksin hemşire!" Dediğinde arkamdan birden fazla silah sesi duyulunca tekrar bir çığlık attım. Ama bu sefer adam beni önüne siper almıştı.

Tir tir titrerken biraz uzağımda ki hamile kadını yerde kanlar içinde görünce dehşete düştüm. Gözlerimde ki yaşlar akarken bağırdım.

"Ya bırak beni! Ölmesin o!" Kollarının arasında çırpınırken alnımdaki soğuk metal bile beni durduramıyordu.

"Ne yaptın ona?! Bırak beni!! Ölsemde sizin gibi yaratıklara elimi sürmem!" Ağlamam şiddetlenirken sırada duran insanlardanda yaralılar vardı.
Ben daha ne olup bittiğini bilmeden o yüzü kapalı eşkıyalardan sadece üç kişi kalmıştı.

"Cehenneme gitme vakti geldi mi ha?" Arkmada ki adamın sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. Midemi bulandırmıştı.

"Midemi bulandırıyorsun." Diye mırıldandım. "Bırak kızı!" Diye bir ses duyduğumda ellerinde tüfek ile birkaç metre ilerimizde duran adamları gördüm. Bunların yüzleri açık olduğuna göre ve üzerinde ki üniformalardan da anlaşılacağı üzere kötü değillerdi.

Benim ağlamam birkaç saniye durduğunda şoka girmiştim. Bir tek küçük kızın ağlamasını ve 'Anne' diye feryatlarını duyuyordum.

"Seninle işim bitmedi." Arkamdaki adamın son söylediklerini kavrayamamışken ensemde ve saç köklerimde ki acıyla gözlerim karardı ve bedenimin toprak patika ile buluştuğunu hissettim.

***
-Zehra KOÇAL.

KURŞUN (Tamamlandı!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin