Sıkıntıdan oflarken oturduğum sandalyeden kalkıp toparlanan doktora baktım. "Bugünlük bu kadar yeter kızım. Çok yorulduk, hayırlı geceler." Dediğinde ufak bir tebessüm ile, "Hayırlı geceler doktor bey." Dedim ve kabanımı üzerime geçirip sağlık ocağından çıktım.
Soğuk ve sert rüzgar yanaklarıma vururken ellerimi kabanımın cebine sokup ilerlemeye başladım. Arkamdan birisinin geldiğini görmem ile arkamda ki ıslık çalan Üsteğmene döndüm hafifçe kaşlarımı çatarak.
"Siz miydiniz?" Diye mırıldandım rahat bir nefes alırken. Dağınık saçları ve gülümseyen yüzü ile oldukça yakışıklıydı. "Korktun mu?" Diye sorduğunda boşver dercesine omuz silktim.
"Senin yine asık suratın. Göreve gideceğim. Gidip geldiğimde... Yani Allah izin verir dönersem bu asık suratı görmek istemiyorum Sıla." Dediğinde kalbimde ki acı ile yutkundum. Göreve gidecekti?
"Görev..." diye fısıldadım. "Ne oldu?" Dediğinde önüme gelen saçımı kulağımın ardına koydum. "Döneceğinin kesin olmadığı bir göreve gitmen... Garip hissettirdi." Deyip bakışlarımı kaçırdım.
Ondan ses çıkmayınca kafamı kaldırarak baktım elalarına.
Yazardan...
Ferhat duydukları ile bir an ne dediğini anlamayıp düşüncelere dalarken Sıla ona doğru bir adım atarak konuşmaya başladı. "Yolun açık olsun. Ayağına taş değmesin. Güneş tenini yakmasın. Su gibi git su gibi dön buraya..." Ferhat dedikleri ile gülümserken kalbindeki mutluluk elalarına da vurmuştu.
"Allah'ın işine karışamam ama... Dönmek için elimden ne geliyorsa yapacağım." Sıla gülümserken kızaran yanakları akşamın karanlığında belli olmuyordu.
○○○
Ferhat erken saatte askerler ile göreve giderken Sıla penceresinden son bir kez bakmıştı sevdiği adama, yakışıklı yüzüne...
Cansu ile yürüyüş yaptıktan sonra da sağlık ocağına giderek işlerini halletti ve dinlenmek için doktordan izin alarak evine geldi.Tüm gece uyuyamamıştı içinde ki Ferhat'ı bir daha görememe korkusu ile. Gözlerini kapatırken üzerindeki örtüyü omuzlarına sıkıca bastırdı.
~~~
Soğuk... Nefes almaktan bile çekindiğim soğuğu tüm bedenimde hissederken montuma iyice sarıldım...
Ileriden gelen çığlık sesleri kaşlarımı çatmama sebep olurken ağır adımlarla ilerledim.Herkes ağlıyor, bağırıyordu. Selcan çıktı karşıma bir anda, "Hepsi senin yüzünden!" Diye bağırdıktan sonra bedeni toz olup uçuştu. Yerde yatan ünifirmalı adamın yüzünü göreceğim sırada oda yok oldu bir anda.
Bir asker geldi yanıma. Elime bir şapka, bayrağımızı ve asker künyesini elime verdi... "Başımız sağolsun. Üsteğmeni kaybettik." Dediklerinin ardından o da gittikten sonra elimdekileri sıkıca kavradım..
Kaybetmek neydi? Sevgiyi, aşkı ve o ela gözleri kaybetmiş miyim?!
Yerdeki kana bakarken hıçkırık sesimi duydum...
Bir anda karardı etraf. Gözlerimi açtım. Mezarlık ve yine o soğuk hava. Kalbimdeki acı ile göz yaşlarım akmaya devam ederken mermeri yapılmamış mezardaki Üsteğmenin adını gördüm. Hayır! Bu... Olamazdı!
"Dönecek o Sıla..." Diye mırıldandım. Elimde nedensizce bilinmeyen papatya demeti yere tam mezarın ortasına düştü.
Hıçkırıklarımı durdurmak için çabalasamda olmuyordu. Elimdeki demir asker künyesini sıkarak ağlamaya devam ettim.
Kaybettim...
***
Gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi hızla açılmış ve derin derin nefes alıp veriyordum. Bu... Bu kesinlikle kabustu.Üsteğmen'in öldüğünü duyup ve ağlamam kesinlikle kabustan başka bir şey değildi!.
Sinirle üzerimde ki örtüyü tekmeleyerek yere attım ve açılmak için banyoya ilerledim...Sıcak bir duşun ardından siyah eşofmanlarımı giyinip dışarıya attım kendimi. Kasabanın altını üstüne getirerek yürümek istiyordum.
***
İsteğimi gerçekleştirirken aslında buranın ne kadar hoş bir yer olduğunu gördüm. Kasabanın başında süslük eşyalar vb. satan dükkanlar vardı. İlk geldiğimde otobüs faciası yaşayarak bayıldığım vakit bunları görememiştim.
Dükkanda ki hoş insanlarla sohbet edip diğer yerleri gezerken Halime Ana beni yanına çağırmıştı. Gülümsemeye çalışarak yanına ilerledim. "Merhaba güzel kızım. " Dediğinde düşünceli bir hali vardı.
"Merhaba Halime Ana." Deyil ufak bir tebessüm ettim. O sırada başımı yere eğerken Üsteğmen'in kanı aklıma gelince hızla kafamı kaldırdım. Aksi taktirde Halime Ana'nın yanında ağlamak istemezdim.
"Bir şey mi oldu kızım? Bir şey mi yaptılar sana?" Deyip telaşa giren Halime Ana ile dolan gözlerimi hızla kırpıştırdım. "Yok... Bir şey olmadı... Ben sadece kötü bir rüya gördüm. " İsteksizce mırıldanmamı anlamış olacak ki, "Peki kızım. Üstelemiyorum, anlatmak isterden buyur gel ben seni dinlerim. " Deyip gülümsedi.
"Eğer bir şey olursa hemen benim yanıma gel. Ortalık pek güvenilir değil." Dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım.
"Teşekkür ederim." Diye fısıldadığımda gülümseyip, 'önemli değil' anlamında kafasını salladı ve el sallayarak uzaklaştı.
***
Tam iki gün... İki gündür ne ondan bir haber aldım ne de kendisini gördüm... Koskoca iki günde sadece verilen işleri yapıyordum sağlık ocağındaki...
Nur Sena elindeki masal kitabını bana sallarken hafifçe gülümsedim. "Okumayı biliyoy muşun?" Dediğinde kafam ile onayladım. "Ben bilmiyoyum." Dediğinde omuzları düşmüştü.
"Öğreniceksin merak etme." Deyip göz kırptım. "Ne zamaaan?" Dediğinde gözlerindeki heyecan beni azda olsa neşelendirmişti. "Büyüdüğünde minnak kuş!" Deyip yanağından makas aldım.
"Büyümek bana göye değil." Deyip elinde ki masal kitabının sayfalarını çevirip resimlerini inceliyordu...
"Merhaba." Cansu yanağımdan makas alıp bankta diğer yanıma oturduğunda tebessüm ettim. "Merhaba." Diye fısıldadım. "Nasılsın hemşireciğim?" Diye sorduğunda ona döndüm.
"İyiyim Cansu. Sen nasılsın?"
"Şey... Doğruyu söylemek gerekirse ben seni iki günde hiç iyi görmüyorum. " Deyip dudağını büktüğünde yüzümdeki zorla tutturduğum gülümsememi sonlandırdım.
Sustum... İki gündür yaptığım gibi yine bu sorudan kaçtım. "Anlıyorum seni. Şu Selcan seni baya bir kırıyor. Geçen abim anlattıda... Ha bu arada abim senin için baya endişelendi." Dediğinde kaşlarımı hafifçe çatarak ona baktım.
Gözleri bir noktaya sabitlenmiş düşünüyordu. İri kahve gözleri açılmış ve dudağının kenarını hafifçe ısırmıştı. Tatlı bir hali vardı...
"Selcan'ın dedikleri sınırı aşıp beni üzsede artık umursamak istemiyorum. Çünkü bu beni daha da çok kırıyor." Dediğimde elini omzuma koydu dostça.
"Haklısın... Amaan, boşver canım." Deyip yanağıma ufak bir buse kondurduğunda gülümsedim. "Ya bıyak! Öpme Şıla'yı." Nur Sena kaşlarını çatmış Cansu'nun elimi tutan elini çekmeye çalışıyordu.
"Ne oldu ya? Hem sana ne Nur Sena?" Cansu beni iyice kendine çekince Nur Sena bana döndü. "Ya Şılaaa..." Deyip dudak büktüğünde kucağıma alıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdum.
O sırada yanımıza koşuşturarak gelen bir askerin endişesi ile kaşlarımı çattım. Bir şey mi olmuştu?
Merhaba...
Ufak sorunlar yüzünden bölüm paylaşamadım, üzgünüm ve hepinizden özür diliyorum.
Herkese iyi tatiller :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN (Tamamlandı!)
Fiction généraleOmzunda ki sargı bezini tazelerken gözleri hâlâ yüzümdeydi. Gözlerinin içindeki o derinliğe bakarken korkuyordum. O ise inat ederek gözlerini yüzümden çekmiyordu. "Çok acıyor mu?" Diye mırıldandım kafamı kaldırmadan. "Kolum değil, kalbim acıyor hemş...